Telefonu açtım ki "Bitirim Yağmur" karşımda:
“Kız sen deli misin nesin, bu yaşta iki çocuk peş peşe, aklını peynir ekmekle mi yedin?” diyerek pat diye cevap vermemi beklemeden telefonu yüzüme kapattı. Güya beni çok seviyormuş da pek akılsızca, şaşkınca, delice işler yaptığımı söylemek istiyormuş. Onlara göre mânâsız, mesnetsiz işler yapmam ve akla uymayan şeylere tevessül etmem çok görüldüğü için ne söyleseler de haklıydılar. Asıl onların karşı geldikleri şey; modern kadın profilinden sapma meylinde olduğumaydı.
Telefonum çaldı yine baktım şimdi karşımda "bitirim"lerden Elise:
“Kız Jale! Duydum ki oğlun olacakmış! Hadi gözün aydın… Oğuluş sizden isim de bizden “Saz” olsun. Naz ve Saz birbirlerine yakışıyorlar…” o da sözünü bitirir bitirmez telefonu yüzüme kapatıverdi. Demek bunlar bir arada beni çekiştirmişler, fırsat buldukça da kendimi müdafaaya fırsat vermeden diyeceklerini deyip kaçıyorlardı. Maksatları acı çektirmekti. Zaten ne zaman tatlı yedirdiler ki? O ayrı bir mevzu.
İsim üzerinde ciddi ciddi kafa yorduk. En son şunları defterimize yazdık: “Ernaz, Beynaz, Ayaz, Kanaz, Teknaz, Hannaz, Yılmaz, Manaz, Toknaz…” Aklımıza gelen bir şeyler uydurup duruyorduk. Son olarak işin içinden çıkamayacağımızı anlayınca “Nefise Doktor’umun fikrini almadan isim koymayacağım…” dedim, kestirip attım. Yoksa insan çok komik durumlara düşebiliyordu.
Tanju da itiraz etmedi. Yine de makul isimler aramamız alttan alttan devam ediyordu. “İki isim olsun…” görüşündeydik. Biri köklerimizle alakalı, diğeri modern, çağdaş olabilecekti. Doktorumun tavsiye edebileceği isme ilave edeceğimiz de az çok şekillenmişti.
En sonunda Tanju’nun dedesiyle benim dedemin isimlerini birleştirdik. Doktorumun reddetmeyeceğini, bizim ve ailemizin de hoşuna gidebileceği tahmin ettiğimiz “Mustafa Enes” üzerinde hemfikir olduk. Bir yolunu bulup istişare ettiğimde de “Çok iyi olur…” demiş, bize destek olmuştu doktorum da…
***
Nefise Naz’ımızla Mustafa Enes’imiz yakınımızdaki parkta epey koştu, oynadılar. Bu arada Tanju da çıkıp yanımıza geldi. İyi oldu. Uzun zamandır hep beraber dışarıda olamamıştık.
Her bir meyve ağacı rengârenk çiçek buketi gibi, her taraf yeşilin muhtelif tonlarıyla ışıl ışıldı. Ne zamandan beri böylesine hislerle dolmamıştım. Tabiatın muhteşem güzellikleri karşısında büyülenmiş gibi durmadan yürüyor ve bahar kokan havayı, derin derin içime çekiyordum. Defterimden sildiğim, kafamdan söküp attığım suâller her ne hikmetse tekrar tekrar aklıma geliveriyordu.
Hayat arkadaşım da ben de senelerdir dur durak bilmeden çalışıyorduk. Sanki biri bizi işe mecbur etmiş gibi bir türlü yakamızı bırakmıyordu. Artık çok bunaldım ve rahat bir nefes almalıydım! Çok acı çektiğimizden mi ne yeniden borçlanmak da istemiyordum! DEVAMI YARIN