Velhasıl, aklıma gelenlerden dolayı yüzüm kızarıyor hep yutkunup susuyordum.
Problemin kendinde olduğunu anlamayan insanlar;
Çözümü başkalarının huzurunu bozmakta bulurlar!
Aslında büyük iddialarımdan, beklentilerimden çoktan vazgeçmiştim. Küçük bir huzur yeterdi bana. O kadar küçük olsun ki kimsenin gözü olmasın, istemesin onu benden. Hırsızlar tenezzül edip çalmasınlar da...
***
Bir gün evlilik mevzusunu konuşuyorduk Doktor Nefise Hanımla, bana döndü dedi ki:
“Evlilik, sadece iki insanın bir akitle birbirine bağlanması, bir çatı altında yaşaması değildir. Evlilik, tıpkı bir ağacın gövdesine farklı iki meyvenin aşılanması gibidir; her şeye rağmen önce tutmak ve tutunmak lazım; gövdeye ve toprağa bağlı kalınırsa dal güzelleşir, sağlıklı ve güzel olan dalın meyvesi de tatlı, pek lezzetli ve çok güzel olur…” Ben de ona, nazım geçtiği için “Doktor dediğin de her şeyden anlamalı…” demiş, pek gülüşmüştük.
***
Doktorumun göndereceği kitabı çok merak ediyordum. Boşu boşuna bir şey yapmaz “İş olsun, dostlar alışverişte görsün...” diye göndermezdi o. Ya bende bir eksiklik gördü, onun reçetesi vardı orada, ya da problemlerimin köklü çözümlerinin olabileceği bir rehber mahiyetinde ilmî bir eser olmalıydı. Hoş vakit geçireyim, hayal âlemimi geliştireyim diye hiç değildi zaten.
Sık sık “Bu dünyada hayallere yer yoktur…” derdi. Mevzu hayallerden açılmışken biraz izah edeyim dilim döndüğünce.
Hayal etmek de ne oluyor?
Düşünen, okuyup araştıran biz insanların en hür olduğu dünya demek HAYAL ÂLEMİ. Hiç karışanı, sınır ihata edip çizeni, “Hizaya gel…” diye bağırıp çağıranı, işsizliği, parasızlığı, imkânsızlığı olmayan sonsuz bir dünya tasavvur edin, işte orası hayal âlemi. Bir anda uçup gidebileceğiniz kadar yakın, bütün dünyayı içine sığdırabileceğiniz kadar geniş ve düşünemeyeceğiniz kadar büyük. İstediğiniz yerde istediğiniz kadar kalabileceğiniz bir âlem işte. Hiçbir şeyi dert edinip takmadığınız gamsızlık deposu, her şeyin en güzeli, en temizi, diğer bir ifadeyle öte dünyaya en yakın olanı… Hem herkesin hayal dünyası da kendine has.
Yine öyle kendi hayal dünyamda sörf yaparken telefonuma birçok mesajların geldiğinin sinyallerini duydum. Gayriihtiyari açtım, okumaya başladım. İlk gelen Tanju’dandı “Biraz gülelim…” diye başlamış sonra da “Gülerken düşünelim de…” diye ilave etmişti. İçimden “Yine bana taş atıyor olmasın?” diyerek paylaştığını okumaya başladım.
BİR FIKRA
Dişi kurt, yavrularını inlerinde büyüttükten sonra hayatı öğretmek için dışarı, açık havaya çıkarmış. Yüksek bir tepeden, önlerinde alabildiğine uzanıp giden ve suların köpürerek aktığı vadiyi seyretmeye başlamışlar hep birlikte. Uzakta bir çoban, zümrüt yeşili çayırlarda sürüsünü otlatıyormuş. Dişi kurt, heyecanla birbirleriyle oynaşan yavrularına dönmüş, sürüyü göstermiş:
- Şu vadidekileri görüyor musunuz?
- Görüyoruz anne.
- İşte onlara koyun denir evlatlarım. Etleri pek lezzetlidir. Size sık sık getirdiğim, iştahla yediğiniz o leziz etler onlarındır. İyi tanıyın, onları avlamak bizim aslî vazifemizdir, çok büyük nimettir, çok! DEVAMI YARIN