Doktor, ultrason cihazını kurarken bana döndü “Bakın size ne anlatacağım?” dedi ve yeni doktor olduğundaki bir hatırasını anlatmaya başladı. Ben de pürdikkat merakla dinledim.
İlk hastası genç bir gelinmiş. Kayınvalidesiyle birlikte gelmişler. Kaynana inatla “Doktor Hanım kızım, ben gelinimi muayene ettim. Onunki kız. Aha buraya yazın! Ama dinletemedim. Bana inanmıyorlar. ‘Bu devirde kocakarı tespitleriyle teşhis konmazmış!’ diye beni zorla hastaneye kadar getirdiler. Aha gelinim, aha sen. Bak bakalım ki neymiş bizimkinin bebesi?” deyip başına dikilmiş. Doktor Hanım; “Neyle, nasıl tespit ettin bebeğin cinsiyetini?” diye suâl edince de ona şöyle cevap vermiş kayınvalidesi: “Gayet kolay Doktor Hanım Kızım; gelinimi sizin gibi karyolanın üzerine uzattım. Alyansını parmağından çıkardım, tam ortasından ince bir ipliğe bağladım. Göbeğinin üzerinde sallandırdım. Alyans sağa sola sallanıverdi. Dolayısıyla da bebeğin cinsiyetinin kız olduğu anlaşıldı. Eğer ileri geri sallansaydı erkek olacaktı. Tecrübeyle sabit…” Dinledikten sonra “Tamam anne…” deyip ultrasonla muâyenesini yapmış. Neticede onun teşhisi de kız çıkınca kayınvalideyi daha tutamamışlar. “Beni dinlemediler, kayınvalidelerin, ihtiyarların hiç kıymeti kalmadı! Başımıza taş yağacak! Ne günlere kaldık Allah’ım?” demiş ortalığı birbirine katmış.
Beni dikkatlice muayene edip röntgenimi de çekince durum apaçık anlaşılmıştı. Bir kızımız dünyaya gelmek, bizim yaşadıklarımızı yaşamak, ağlamak gülmek için gün sayıyormuş.
Sonra araştırma yaptım. Ne kocakarı metodlarıyla doğacak çocukların cinsiyetini tanımaya çalışıyorlarmış sormayın. Bu âlem başka bir âlemmiş meğer geç öğrendim. Daha işin başında neler duydum neler?
Bir yerde okumuştum bir mütefekkir:
“Yazdığın için bir şey söylemezsin. Söyleyecek bir şeyin olduğu için de yazarsın...” demiş. Ben de bütün kuvvetimle yaşadıklarımı yazıyor, sizlerle paylaşıyorum. İyi mi, kötü mü ediyorum? Sağlıklı karar veremiyorum. Onu herhâlde zaman gösterecek. Bir de okuyanların ders çıkarıp çıkarmaması meselesi var tabii.
Geceler örtüyor yüzümü,
Sayısız şimşek çakıyor;
Kapıyorum gözümü.
Aralıksız yaşlar akıyor.
Kim kimin iç âlemini görebilir;
Hem, hangi gözle?
Sen otur maziyi özle.
Düşünceleri pişir,
Olmayan közle.
Kırılmaz herkes,
Kuru bir dal olmak lazım incesinden.
Kimler ne çekti nicesinden?
Hem en kötüsünden!
Saysız hödüklerden!
Geçilmiyor kütüklerden!
Dahası kötülüklerden!
Hayat yolunun çatallarında tereddütte kalınca insan, illa bir tavsiye, bir işaret bekler bir yerlerden. Umumiyetle “yine de sen bilirsin” ile biten tavsiyeler gelir sağdan soldan ama esas yol gösterici insanın içinde bir yerdedir ve hep saklanır ne hikmetse. Nadiren gösterir yüzünü ve “işte senin yolun” der sessizce fısıldar. Nice pişmanlıklara ve keşkelere gebedir hayat çok iyi bilir. Bu yüzden görünmez ortalıklarda ve hiç mesuliyet kabul etmez. DEVAMI YARIN