Dokuz on yaşlarında bir çocuk iki gözü iki çeşme ağlıyordu!

A -
A +

"A evladım! Sana ne oldu? Bir yerin mi ağrıyor, düştün mü, hasta mısın, seni dövdüler mi ki böyle içten içten gözyaşı döküyorsun?"

 

 

 

Bir gün yine Şunûziyye Kabristanına giderken sokaklarda çeşitli oyunlar oynayıp eğlenen çocuklar gördüm. O da ne? Dokuz on yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir çocuk, oyunlara iştirak etmediği gibi, iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Dikkatimi celp etti. “Bu yavrunun bir derdi varsa derman olayım…” niyetiyle yanına gittim, parlak zeytuni saçlarını okşadım.

 

- A evladım! Sana ne oldu? Bir yerin mi ağrıyor, düştün mü, hasta mısın, seni dövdüler mi ki böyle içten içten gözyaşı döküyorsun?

 

- !!!

 

Bu yüzü güzel masum, sanki söylediklerimi duymadı ha bire içini çekip hıçkırıyordu. Daha da hislendim. Kalbim yerinden sökülecek gibi oldu. Tuttum elinden, yüzünü gözünü sildim, göğsüme bastırdım şefkatle;

 

- Benimle gel, sana bir şeyler alayım. Arkadaşların arasına katıl, onlar gibi keyifle oyna.

 

- !!!

 

Bu sözlerim üzerine sevimli yavrucak, ciddileşti, bakışlarını bana çevirdi öyle acıyarak baktı ki ürperdim. Belli ki bir şeyler diyecekti de çekiniyordu. “Hadi söyle evladım, çekinme…” dedim, onu konuşmaya teşvik ettim.

 

- Lütfen konuş güzel çocuk! Ne sıkıntın, ne derdin varsa açık söyle hâlledeyim! İstersen arkadaşın olayım, birlikte oynayalım. Hangi oyunu istersen onu oynarım! Koşmaca, köşe kapmaca, takla atmaca, maymuncuk, yani ağaca tırmanma… daha aklına ne gelirse.

 

Bu ısrarım üzerine yeniden daha dikkatlice gözlerimin içine baktı. O masum çocuk gitmiş, büyümüş de ufalmış bir âlim gelmişti karşıma.

 

- Ey aklı az adam! Kusuruma bakma bu ifadeyi kullanma mecburiyetinde kaldığım için! Hissiyatımı ifade edecek başka kelime bulamadım!

 

- Yok! Estağfirullah! Herkes zaten öyle diyor!

 

- Biz oyun, eğlence için mi yaratıldık?

 

Deyince başımdan kaynar sular dökülmüş gibi oldum. Yüzüm kızardı ter döktüm, testiler dolusu. Sonra daha bir yaklaştım.

 

- Ey kendi küçük aklı büyük evladım! Peki niçin yaratıldık?

 

Diye sordum bu sefer de... O bu suali soracağımı bekliyormuş gibi hemen cevap verdi:

 

- Allahü teâlâyı bilmek ve O’na kullukta kusur göstermeden ibâdet etmek için!

 

- Peki bunun öyle olduğunu nereden biliyorsun?

 

Bu aklımı başımdan alan çocuk, Mü’minûn sûresinin 115. âyet-i kerîmesini okuyuverdi fasih bir lisanla. Meâlen; “Sizi ancak boşuna yarattığımı ve hakikaten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?” Bu zekice bakış ve ifadesine, yüksek aklına hayran kaldım. Sual sormaya devam ettim:

 

- Ey güzel yüzlü güzel çocuk! Sen bir âlim gibi hâkimâne laflar ettin. Ben aklı kıta biraz daha nasîhat eder misin?

 

Dedim ve elimde olmadan ağlamaya başladım. Kendimden geçmiştim, bir çocuktan beklemediğim yüksek ifadeler karşısında. Biraz kendime geldiğinde tekrar bu dünyayı çözmüş çocuğa döndüm;

 

- Ey güzel evladım! Yaşın küçük, masumsun, günâhın yok. Peki büyüklerin dahi idrak edip anlayamadığı yüksek meseleleri nasıl oluyor da böyle rahat düşünebiliyorsun? diye sordum. DEVAMI YARIN

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.