"Dur yiğidim, nereye gidiyorsun? Buralar hep eşkıya yatağı!.."

A -
A +
Doğan Bey, ardı sıra bağıran Üryan Eşkıya’nın sesini duymuyordu bile. Yemekler ortalıkta kaldı.
 
 
Doğan Bey, elinde olmadan hafifçe gülümsedi. Gözlerinin önüne dökülmüş saçlarını arkaya attı. İtirafçı Üryan Eşkıya’ya, dikkatlice dinlediğinin mesajını verircesine baktı.
- Bunların hepsi de zevk, eğlence içinde yaşamak, çok iyi yemek, içmek, çok kaliteli giyinmek, zengin, güzel biriyle evlenmek, en kısa ve kestirme yoldan etkili olmak, bolluk içinde yaşarken de insanları idare etmek sevdasından başka bir şeyler değildi yiğidim.
- Mürşidi olmayanın mürşidi şeytan oluyor maalesef. Cenâb-ı Mevlâ, nefisleri kâfir yaratmış. Islah edilip, dizginler ele alınmazsa durum daha farklı olmuyor. Kim olursa olsun.
Doğan Bey’i dinlerken yorulan gözlerini ateşten nehre, oradan da karanlığın derinliklerine sapladı, daldı…
- O anlattığının en taze ve en canlı misali işte karşınızda.
- Her şeyi üzerine alma.
Manastırda okuduğu sırada Müslümanlarla tanışmıştı. Temizliklerine, çalışmalarına, güler yüzlü, tatlı dilli, yardımsever oluşlarına şahit olup, hayran kaldığını ve kısa zamanda gönüllü olarak Müslüman olduğunu, bu yüzden ailesinden, komşularından, milletinden tart edildiğini, Müslümanların içine de bir türlü giremediğini, itilmiş, kakılmış, ne yapacağını bilemezken dağa çıktığını, tek kurtuluş yolunun yeryüzünün bu en azgın ve acımasız mahluklarından intikam almak olduğunu, heyecanla bir bir anlattı.
- Kendini yoruyorsun!..
- Nasıl yormayayım yiğidim, nasıl? Derdim çook!.. Çook!.. Bak hele!.. İyi bir Müslüman olamayınca mabedi başına yıkılmış, ihlaslı bir mümin gibi altında ezildim. Hiç ümidim kalmadı. İradesi elinde olmayan bir ruh gibi hareket etmeye başladım. Etrafım kalın bir şüphe bulutuyla kaplandı. Asabileşmiştim. Kime kızsam onu öldürüvermeyi, sonra da memleketimden ve insanın olabileceği her yerden kaçıp uzaklaşmayı istedim. Öyle de yaptım. İşte seninle karşılaştığımız o gün üzerimdeki kalın bulut yırtıldı. O inanılmaz an beni bana hatırlattı.
Konuştukça duygulanan Üryan Eşkıya, sarılıp elini öpmek istedi.
- Ver bu mübarek eli öpeyim yiğidim. Türklerin bir atasözü var; “Bükemediğin bileği öp!” diye. Çok kısa zaman içinde bana hakikatleri görmemi sağladın yiğidim. Ey güzel insan!..
Gönlünden geldiği gibi, kafasını allak bullak eden duygularını anlatmanın rahatlığı içinde yemeğine başladı. Balık, tavşan ve bıldırcın kızartmasından oluşan yemeklerini yerken, derinlerden bir kadın çığlığı yankılandı. Doğan Bey, tereddüt etmeden kılıcını aldığı gibi sesin geldiği tepeye doğru tırmanmaya başladı.
- Dur yiğidim! Nereye gidiyorsun?
- !!!
- Buralar hep eşkıya yatağı!..
- !!!
- Dur!.. Beni bekle!.. Benim kadar bilemezsin!.. Dur!.. Dur!..
Yalvarmaları fayda vermedi.
Doğan Bey, ardı sıra bağıran Üryan Eşkıya’nın sesini duymuyordu bile. Yemekler ortalıkta kaldı. Üryan da kılıcını, okunu, yayını alarak karanlıklara daldı. Kimsecikler yoktu. Kuş olmuş, uçmuştu sanki. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.