Dürüst kimse zorda kalmaz!

A -
A +
“Yıldızlar kadar arkadaşın olacağına, alaca karanlıkta ay gibi parlayan bir dostun olsun yeter” 
 
 Perdenin aralığından parlak yeşil gökyüzüne baktı, kıpır kıpır sayılmayacak yıldızlarla doluydu. “Ne kadar da çok yıldız varmış” dedi gülümsedi. Sanki şimdiye kadar böyle gökyüzüne bakmamış, oradaki ışıl ışıl, canlı hayatı seyretmemişti. “Ah dert! İnsanın başı eğik hep yere baktırıyor” diyecekti, demedi. İsyankâr olmaktan korktu. Yeniden odanın içine döndü. Her şey ne kadar da  değişmişti. Koltuklar, çekyatlar, en mühimiyse gürül gürül yanan kuzine soba ve üzerinde cızırdayan su dolu çaydanlık… Dışarısı eksi bilmem kaç derecelerde kar, kıyamet donarken, onların bulundukları odanın içi sımsıcaktı. “Rabbimin ne güzel kulları var dedi” çocuklardan yana döndü. Küçük Ali tıpkı babasına benziyordu, elinde olmadan beyini hatırladı. 
         ***
Çocukların babası, sanki gülerek ona doğru geliyordu. Zaten ne zaman unutmuştu ki… Tıpkı ilk günlerindeki gibi çakmak çakmak gözlerle kendine bakıyor, göz kırpıyordu muzipçe. Biricik hayat arkadaşı ona ne demişti?
“Bak hatunum! Evimin direği! Gönlümün sultanı! Çocuklarımın anası! Kara sevdalım: Dürüst kimse bu dünyada çok sıkıntı çekebilir; fakat hiçbir zaman şerefsiz, adi bir duruma düşmez. Sendeler ama yüzüstü yuvarlanmaz. Çünkü doğruluktan ayrılmayanlara Cenab-ı Allah, her zaman yardım eder. Unutma; biz yalnız değiliz...”
“Yıldızlar kadar arkadaşın olacağına, alaca karanlıkta ay gibi parlayan bir dostun olsun yeter” dedi, elinde olmadan yine pencerenin gül desenli perdesini aralayıp sokağa baktı. Yol boyunca sıralanmış yapraksız ağaçlar; gecenin sert rüzgârıyla bir o yana bir bu yana beşik gibi sallanıyordu. “Rüyalar âleminde gibiyim! Ya uyanırsam!” diye düşündüğünden mi ne hiç uyumak istemiyordu. Zaten uyku muyku diye bir şey de kalmamıştı. Hislerini ancak ağlamakla belli edebiliyordu. Naciye Anne, kendini tutamıyordu. Lüzum da yoktu zaten. O ince sesiyle bir fon oluşturup ağladı, ağladı… Bu ağlama dert, çaresizlik ağlaması değildi elbette. Bundan sonraki hayatın bütün güzelliğini taa kalbinin derinliğinde hissetmenin muhabbet dolu gözyaşlarıydı yere damlayanlar.
Koca tarihî şehir; gittikçe koyu laciverte bürünürken, ağırbaşlılığı üstünde, çok hususi bir davete hazırlanıyor gibi çatıların üzerinden doğan gümüş dolunay; Naciye Anneye, Ali’ye, Elif’ciğe tebessüm ediyordu. Bütün aile pek mesuttu. Naciye Anne, gülen aya billurdan gözyaşlarıyla gülüyordu bu gece. Biri daha vardı aynı dolunaya aynı hislerle ve muhabbetle bakan; Antikacı Hasan Efendi.
Hazreti Mevlânâ ne güzel buyurmuş: 
“Küçük bir varlık olan bülbül gülün hiç dikenini görmez! Câhil insan da gülün onca güzelliğini görmez, gider dikenine takılır!”
Dikene değil, güle bakanlara müjdeler olsun, ne saadet, ne saadet…
        S O N
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.