Alvarlı Efe, Kehtikli Hasan Baba hocalarının verdiği derslerini yapar, erkenden camisine gider, cemaati beklerdi.
Yine de azgın nefsi, hiç olduğunu bile bile sahip olmak istediği hiçler için çırpınıyordu. Oysa ebedî kalacağı bir mekânın var olduğundan asla şüphesi yoktu. Bu nasıl bir gafletti ki!.. Geçici dünyayı ebedî hayata tercih ediyordu bu doymak nedir bilmeyen nefisler. Gözyaşlarıyla derin düşüncelere daldı gitti.
Ölüm vardır, gâfil olma,
Sakın meyletme dünyaya!
Nefse uyup saçın yolma!
Sonunda kalırsın yaya.
Durma çalış emr-i Hakka
Gücün yettikçe icraya!
Gelenler hep sefer eyler,
Muhakkak dâr-ı ukbâya!
Yüzün dön, ilticâ eyle,
Cenâb-ı Zât-i Mevlâya!
***
Umumiyetle seher vakti kalkar, Alvarlı Efe, Kehtikli Hasan Baba hocalarının verdiği derslerini yapar, erkenden camisine gider, sobayı ve gaz lambasını yakar, ezanı okur, cemaatini beklerdi.
Evlerin yakınından geçerken hep öksürerek yürürdü ki hanımefendiler, münasip olmayan bir durumda önüne çıkmasın, mahcup olmasınlar diye düşünürdü. Kendi hanesinin kapı önüne geldiğinde durarak bir an gökyüzüne bakar, kuşluk vaktinin olduğunu söyler mutlaka, “kuşluk, tehiyyetü’l-menzil, duhâ, evvâbîn” namazlarını kılardı.
İnce uzun boylu, narin yapılı sanki ondüle olmuş gibi bir tutam dalgalı sakalı vardı. Bıyıklarını sünnete uyarak hep kısa tutardı. İnce zarif elleri, beyaz teni, geniş alnı, güzel yüzüyle herkes tarafından sevilip sayılan biriydi. Ela gözlerinde huzur saçan düşünceli bir ifade okunurdu her daim. Beyaz sarığının altından sıfıra vurdurduğu pamuk misali ak saçları hiç dökülmemişti.
Bildiklerini öğretmeyi pek severdi. Bir yandan çocukları okuturken, diğer taraftan yetişkinleri ihmal etmez, icap ederse evlerine kadar giderek gönül alır, temel İslâmî malumatları vermekten büyük bir haz duyardı. Aradan geçen yıllar zarfında ne derece hizmet ettiğini; talebelerinin çokluğundan ve onların anlattıklarından anlamıştı herkes de…
Dört yaşında Hafız Yusuf babacığı tarafından okutulmaya başlatılan küçük Lütfü’nün öğrenme hevesi oldukça yüksekti. Kısa zamanda hafızlık yapabileceği anlaşılınca köyün imamı Hafız Halil Hoca efendiye teslim edilmiş. Baba-evlat muhabbeti, talebe-hoca münasebetine benzemediği için, işin ciddiyetine ve ehemmiyetine binaen, iyi yetişebilmesi, tez zamanda belli bir mesafe katetmesi için böyle bir yol takip etmişler.
Mükemmel bir talebeymiş. Okuma azmi ve üstün ezber kabiliyeti ile kısa zamanda Kur’ân-ı kerîmi hıfz edip HAFIZ olmuş. Çevreden gelen imam, hafız ve âlimlerle birlikte bütün köylülerin iştirakiyle bir oturuşta otuz cüz Kur’ân-ı kerîmi yanlışsız okuyarak icazetini almış ama “Sadakallahül azîm…” dediğinde de düşüp bayılmış. Kimi, “nazar değdi” kimi “aşırı yorgunluktan” kimi de “ağır bir yükün altından kalkmanın rehavetinden” diyerek teselli etmişler aileyi.
DEVAMI YARIN