En iyisi sessiz, sedasız oradan uzaklaşmaktı...

A -
A +

Onlara görünmeden bir patikaya saptım. Bir daha yakalansaydım artık başka diyarlara gitme işim hepten suya düşerdi.

 

 

 

Bekleyenlerden ikincisi ise çok ihtiyar ve neredeyse ölmek üzere olan bir saraylıydı. Çocukla çocuk olur, ihtiyarla ihtiyar, köylüyle köylü. Çok hoşuma giden meziyetleri vardı. Önüne çıkan herkese nasihat etmeyi pek severdi. Güzel yaşamış, güzel olarak da ahirete göçme sırasını bekliyordu... Üçüncüsü ise, hayatımızın rüyası her zaman tanışmak istediğiniz birisi Sultan’ımız…

 

Gece, hava giderek kötüleşiyordu. Böyle bir durumda ne yapardınız siz olsaydınız?

 

Tahmin ediyorum az çok neler yapacağınızı, ben de onu yaptım. Onlara görünmeden karanlıkta başka bir patikaya saptım. Bir daha yakalansaydım artık başka diyarlara gitme işim hepten suya düşerdi. En iyisi sessiz, sedasız sıvışmaktı...

 

Belki de ecelim beni oralarda bir yere çekiyordu ki bu kadar kuvvetli istek vardı içimde. Aklıma Süleyman aleyhisselâm devrinde yaşanmış bir kıssa geldi.

 

Hazret-i Süleyman aleyhisselâm, saray erbabıyla sohbet ederken içeriye tanımadıkları biri giriyor, fazla oturmadan da çıkıyor. Sohbettekilerden biri Süleyman aleyhisselâma yaklaşarak "Efendim, demin içeri girip çıkan zat-ı muhterem bana öyle bir bakışla baktı ki çok korktum. Her kimse, onu bir daha gözlerim görsün istemiyorum. Ne olur yalvarıyorum, rüzgâra emir ver de beni en uzak Hint diyarına atıversin” diyor. Çok ısrar edince de dediğini yapıyor. Biraz sonra ona sert bakan tekrar aynı meclise geliyor. Süleyman aleyhisselâm gelenin kim olduğunu biliyormuş. Ona diyor ki; “Kardeşim, falancaya niçin öyle sert baktınız? Adam korkusundan Hint diyarlarına gitti. Hikmeti nedir?” O gelen Azrail aleyhisselâmmış, şöyle cevaplıyor: “Ey Allahü teâlânın Resûlü! O zatın biraz sonra Hindistan'da canını almam lazımdı. Burada görünce çok şaşırmıştım. Emr-i Hak vâki olunca oraya gittim, eceli gelen adam da canını alacağım yerdeydi, ‘hikmetinden suâl olunmaz!’ dedim, canını aldım geldim. Onun için şaşırmıştım…”

 

Şimdi aynı şeyi kendim için düşünüyorum, beni illa da hicret etmeye mecbur eden bir şey vardı da acaba neydi?

 

Zahiren Sultan’ımızla olan son sohbetteki ifadelerim olsa da başka şeyler de vardı mutlaka. Yalnız yollara düştüğümü biliyorum, lakin nereye, niçin gittiğim ise meçhul...

 

Gönlüm perişandı. Meczup  Behlül, Bağdat’ta çocukların elinden bunalmıştım, ayrıca saraya ve Sultan’ıma bakacak yüzüm kalmamıştı. Dışarı çıktığımda çocuklar taş, babaları laf atıyordu. Şu veya bu şekilde suçlu suçsuz, haklı haksız her yandan üstüme üstüme geliyorlardı. Böyle sessiz, sedasız kaçmakla onlardan kurtulacağımı sanıyordum.

 

Birkaç gece gündüz yürüdükten sonra köy gibi bir yere yolum düştü. Nefsim epey hırpalanmış, süt dökmüş kedi misali sinmişti kendi köşesine. Biraz istirahat edeyim istedim, yol kenarına rastgele oturdum. Aşırı yorgunluktan dalıp gitmiş, uyuyakalmıştım ki çocuk bağrışmalarıyla fırladım.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.