Korkuyordum da ipsiz, sapsız gençlerden. Allah muhafaza, bir yalnız olduğumu anlasalar başıma ne çoraplar örerlerdi kim bilir? Daha ilerisini düşünmek bile istemiyordum... Kalabalık aile görüntüsü vermek için gece geç saatlere kadar odaların lambalarını yakıyor, seyretmesem de televizyonu hep açık bırakıyordum.
Bu hayat nereye kadar böyle devam edecekti? Nefise Naz’ımı yanıma alarak öptüm kokladım. Onun sağlıklı büyümesi için gayret içindeydim. Masallar anlatıyor, aldığım çocuk kitaplarının resimlerinden küçük olanına Nefise Naz, yaşlı olanına da annesi deyip çeşitli hikâyeler uyduruyor, oyunlar oynatıyordum uykusu gelene kadar.
Nefise Naz’ım bana tam arkadaştı lakin evin babası olmadan hayatın tadı tuzu olmuyordu. Acımı ve gözyaşlarımı çocuğa göstermeden bir mektup yazdım. Ben mektup diyeyim siz hissiyatımı kâğıtlara dökme deyin. Neticede içimden geçenleri aynen aktardım, sıraladım tek tek…
***
Tanju'ma;
Eskiden olsaydı “Canım Tanju’m” ve daha nice övücü kelimelerle hitap ederdim. Şimdi sadece “Tanju” diyerek başlıyorum. Aslında benim yerime bir başkası olsaydı hakaret ihtiva eden sıfatlar da ilâve eder, başka çirkin şeyler de yakıştırırlardı ama ben başkaları gibi olamazdım, onların yaptığını yapamazdım. Bak işte gördüğün gibi üzüleceğin hiçbir ifade kullanmadım da... Niçin? Çünkü size bütün kalbimle hep “Sevgilim” dediğim için.
İlk ve son defa ikaz ediyorum! Lütfen evine dön! Dönmemek yenilmektir, yarım kalmışlıktır, başka bir ifadeyle korkaklıktır, kötü isteklerin ve alışkanlıkların emin ve iyi gibi görünen çürümüş, küflü kabuklarına sığınmaktır… “Her şey eskisi gibi olsa da dönmem…” diyorsan bile sen yine de dön. Farkında olsak da olmasak da üzerimize aldığımız “Ana, baba olma” mesuliyetlerimiz var. Ben de yanlışlarımdan döneyim, birlikte sıcak yuvamızın ocağını tüttürelim, hatıralarımızın harman olduğu yere, zayıflığımızın ihtişamlı sığınağına, sahipsizliğimizin kalesine dönelim.
Hesapsız, kitapsız hayat bize göre değilmiş henüz anladım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe hayatın binlerce manisi yığıldı önümüze. Ne kadar kuvvetli görünsek de hangi birini mağlup edebilecektik bunca imkânsızlıklar içinde. Zamanın az geldiğine, ümitlerin bittiğine şahit olduk, mücadeleyi kaybettiğimizi öğrendik, yine de aklımız başımıza gelmezse bu bizim ayıbımız olmaz mı?
Hayatı, dolu dolu yaşama felsefemiz işe yaramadı. Sağlam bir dayanağım kalmadı Tanju. Görünmez karanlığa çivilenmiş gibiyim yorgun göz bebeklerimden.
Sahi nedir bunlar? Biz ne düşünmüştük, ne bulduk? Geriye dönüyorum sık sık doğru cevaplar aramak adına, kalbimin silik izler bırakıp ağır yükler aldığı zamanın derinliklerine. Bakıyorum ümit karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka bir şey değilmiş meğer!.. DEVAMI YARIN