Merdiven boşluğundaki oymalı ambarı, iç odada, sedir başındaki Tortum işi, anasının çeyiz sandığını, hane-i saadetlerinin gülü, karınca misali devamlı çalışanı, güler yüzlü hanımefendi anacığını, konuşunca heybetli bir aslan gibi kükreyen, evin neşesi babacığını, kuşlar gibi şakıyan kardeşlerini tek başına binbir hatırasını fısıldadığı arkadaşlarını hayal etti. Alçak sedirler ve kalın halılarla döşeli, vişne renginde perdeleri, duvarlarında asılı olan ata yadigarı gümüş kakmalı kılıçları, kamaları ve en mühimi bu odadaki baş sedirin üstündeki etrafı ipekten ve sırmalı çevrelerle süslenmiş, mert bir Osmanlı ruhundan saçılan iffet, muhabbet, bağlılık tavsiye eden gümüş gözyaşlarıyla ıslanmış, altın mısraların yazılı olduğu levhaları...
Zât'ıma mir’at edindim zât'ını,
Bile yazdım adın ile adımı.
Okumuş, yazmış, zât-ı muhterem bir âlim olan Dadaş Amcası ne kadar vakarlıydı. Herkeste hürmet hissi uyandırır, küçük veletler bile onun yanında ağlamayı keserlerdi. Evde misafir eksik olmazdı. Gelen ağalar, beyler, paşalar da onun gibi âlim zatlardı. Konuşulanlar; temiz kalplerinin güzel ahlaklarının bir tercümesiydi şüphesiz.
Hep ihramlı dolaşan çoğu akraba komşu hanımefendiler, daima yere bakan, ceylan gibi hızlı adımlarla geçip giden ya o iffetli genç kızlar... DEVAMI YARIN