Aylin'in anlattıkları ve evimde terk-i diyar etmesi, hayallerimi ve ideallerimi hâk ile yeksan etmeye yetmiş, artmıştı bile. Tanju hakkında zaten daha önce de menfi tespitlerim vardı. Şüphelerim hiç bitmemişti. Bunlar da bardağı taşıran son damla oldu. Kesin kararımı verdim “KENDİMİ EZDİRMEYECEĞİM…” diyor, başka bir şey demiyordum.
Gözümün önünde, ağzından kan gelmiş Aylin'in hayali “Bundan sonra görürsün Tanju!” diye sessiz haykırıyor ve içten içe de ağlıyordum. Anlayacağınız çok hassaslaşmıştım. Ya da kolay tutuşabilecek çıra gibiydim. Sadece bir ufak kıvılcım bekliyordum.
Tanju eve gelince elimden geldiğince şirin görünmeye çalışıyor olsam da nasıl bir hâl üzerindeysem, adam beni görünce ürküyordu. Ne desem terbiyeli bir hizmetçi gibi “Peki, olur Jale’ciğim…” diyor, sevimli ve sempatik görünmeye çalışıyordu. Bir dediğimi iki etmiyordu anlayacağınız.
Gece geç saatlere kadar konuşmuştuk Aylin'le, sıkça tekrar ediyordu; “Jale’ciğim, kan bağı değil can bağıdır mühim olan. Huzur ve saadet herkesle paylaşılabilir ama acıyı, sıkıntıyı, dertleri paylaştığımız insanlar ender bulunur, olanlar da pek kıymetlidir, nevi şahsına münhasırdır, hususidir ve kalbimize şifa veren, içimizi ferahlatan derman gibi gelen işte bu insanlardır. Onun için de bunların yeri her zaman yüksektedir. Çünkü iyi dostluklar hesapsız kurulur. Herhangi bir beklenti yoktur. Menfaat hiç düşünülmez. İhanet zaten yok, yalnız itimat vardır. Dostluk unutulmayacak kadar güzel ve nadir insanlarla yaşanacak kadar özeldir. Bazen ihtiyacın olan tek şey en yakın arkadaşınla kahve içmek, bazen de dertleşmek… En büyük zenginliğin, servetin nedir bilir misin? Gülen bir arkadaş, iyi bir dost ve vücudundaki sıhhat, afiyet, kalbindeki rahatlık ve huzurdur. Sıhhatimi kaybettim, aklımı da kaybetmek üzereyim, yalnız tek dostum Jale'm kaldı, o da gittikçe gözümde büyüyor, zirveleşiyor. Acizim, ruhi bunalımdayım ama dostlarımın kıymetini bilirim…"
Mevzu Aylin’den açılınca ilk tanışma günüm aklıma geldi.
Henüz yaz bitmiş, güz günleri yeni başlamıştı… Yeni üniversitemde yeni insanlarla tanışma heyecanım zirve yapmıştı. İçim kıpır kıpırdı. İlk gün herkes gözüne kestirdiği birine sokuluyor, basit ve hatta komik olabilecek suallerle birbirimizi ölçmeye, tartmaya, anlamaya çalışıyorduk. Hele Anadolu’dan gelenler utangaç, acemi olduklarından dolayı komik durumlara düşüyordu. Anlayacağınız telaşın, bilememenin hâkim olduğu enteresan bir gündü.
Etrafa şaşkın şaşkın bakıyordum. Üniversiteyi, hocaları, talebeleri akla gelebilecek her şeyi ilk defa görüyordum. Hatta binalara nasıl gidebileceğimi tekrar tekrar soruyor, yine de bir şey anlayamıyordum. “Garip; kör ve sağır gibidir...” derlermiş ecdadımız, aynen öyleydim. Basit bir ders programını öğrenmek için bile yoğun çaba sarf ediyordum. İşte böyle bir ortamda huyu huyumdan, suyu suyumdan bir arkadaş ararken Aylin karşıma çıktı. İlk konuşmamızda dost olduk. DEVAMI YARIN