"Gel, köyümüzün medar-ı iftiharı Lütfü Hocam gel!.."

A -
A +
Güle söyleye yemekler yendi, sohbetler edildi. Çaylar geliyordu ki komşular da tek tek kapıyı tıklatmaya başladılar.
 
 
Orta Çağ’da engizisyon mahkemesinde her türlü işkenceyi yaşayıp ölmemiş biriyle ya da milenyum çağında sahibi tarafından sokaklara atılıp başka bir sahip tarafından sokaklardan alınmış bir köleyle aynı duygulara sahip olduğunu hissediyordu.
“Yine bu damarlara; kadim zamanlarda hüküm sürmüş insanların kadim korkusunu zerk ediyorum. Gözümü kapadığımda, rüyalarımın içine dökülen kara, fırtınaya yakalanmış o köleyle beraber titriyorum. Soğuktan yahut tek başınalığa bırakılmışlıktan değil bu titremem; ben ne olursa olsun huyumun sırrını insana dökemiyorum. Yokuşlar ve debelenişler, azalıp ve artan dertler; hepsi aklımın bir yerini deşercesine kurcalıyor. Günü geliyor sonra yemeyi, içmeyi, soluk almayı garipsiyorum…” diyor, dalgınlıkla yürüyordu ki Sağır Hocanın, hane-i saadetlerine çağırdığını hatırladı. “Bari Hayriye’ye haber vereyim; çocukları da alsın, gelsin… Onların çocukları da çok. Şamataları fazla olur ama garipler biraz oynasınlar...” diye düşündü, dediklerini yaptı, beklemeden de yokuş yukarı tırmanmaya başladı. Her taraf tertemiz karla beyaza boyanmıştı…
Sağır Hoca, sac sobanın dibinde sofraya oturmuş onu bekliyordu.
- Gel Yusuf Hocamın oğlu, oğlumun bacanağı, köyümüzün medar-ı iftiharı Lütfü Hocam gel.
- Estağfirullah Hocam! Mahcup oluyorum öyle “hocam” mocam deyince! Asıl hoca efendi sizlersiniz, bizler müsvedde…
- Hoca efendiler için o tabir kullanılmaz Lütfü Hocam. Öyle bir meslek ki herkese nasip olmaz. Siz kendinizi layık görmemekle mütevâzılık yapıyorsunuz! Size yakışan o, bize yakışan da sizi yüksek görmek, başköşeye oturtmak. Bu hürmet; içindeki Kur’ân-ı kerîme, ilmedir. Buyur şöyle başa. Orası mesleğinin makamı sakın itiraz edeyim deme!
- Peki efendim! Misafir ev sahibinin kölesidir.
- Bak, bunu herkes bilmez! Misafirlik kaidelerinden birini söylediniz. Niçin takdir ettiğimi anlamış olmalısınız.
- İlmi, âlimi, ilim sahipleri anlar efendim.
- Öyledir Lütfü Hocam!
- !!!
Güle söyleye yemekler yendi, sohbetler edildi. Çaylar geliyordu ki komşular da tek tek kapıyı tıklatmaya başladılar. Kimler gelmedi ki; Haydar Ağa, Abbas Ağa, Bakkal Bayram, Muhtar Hasan Ağa, Recep Dede, Süleyman Ağa, Cafer Ağa, Emoç Dayı da geldiler, gençler de diğer boşlukları doldurmuştu. Dikkatler eski hocayla yeni hocanın sohbetine odaklanmıştı. Hakiki manada bir ilim meclisi olmuş, dinden, imandan konuşuluyordu ki iş döndü dolaştı tasavvufa geldi.
- Lütfü Hocam senin en çok hoşuma giden tarafın Alvarlı Efe’ye talebe olman.
- Elhamdülillah! Rabbimin bir lütfu oldu.
- Buraya gelen komşularım da merak ediyor. Narman’dan çıkıp Efe hazretlerine talebe olmak kolay olmasa gerek. Daha doğrusu kimsenin aklına gelmez. Yakınımızda Kehtikli Hasan Baba var, bütün bu etrafımızdaki gönül ehli müridler oraya intisaplı.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.