Biraz daha meydana çıkınca çaydan kırdaki evlere doğru elinde teneke, kova su dolduranların, kesif dumanların yükseldiği tepeye doğru koştuklarını gördü, hemen o istikamette hızlandı Lütfü Hoca…
Kan ter içinde yokuşu tırmanıp taya denilen ot yığınlarının bulunduğu yamaca gelince durum da netlik kazanmıştı. Mevlit Ustanın küçük kardeşi Fazlı’nın tayası yanıyordu. Bütün köylüler; kadın, erkek, çoluk çocuk canhıraş bu yangını söndürme telâşındaydı. Gençlerden bazıları da avazları çıktığı kadar küfürler savuruyordu:
- Erkeksen çık karşımıza! Ağzı dili, eli ayağı olmayan tayaları tutuşturmak kolay! Gel delikanlıca çık karşımıza “ben yaptım” de! O zaman görelim yiğitliğini!
Galiz küfürler edenlerin haddi hesabı yoktu. Yaşlı kadınlardan biri gençlere yaklaştı:
- Oğul sus! Hacı Hoca burada ayıptır! Bizden utanmıyorsan bari ondan utan!
- Niçin susacakmışım? Neden utanacakmışım? Bu zulmü yapan alçak utandı mı, hiç eli titredi mi ki biz susalım? Kim yaptıysa sözüm ona…
Lütfü Hoca, kendi derdini, sıkıntısını çoktan unutmuştu. Bir taraftan başka elim hadiselerin olmamasına çalışıyor, beri taraftan da yangının söndürülmesine uğraşıyordu. “Cana gelen mala gelsin…” deseydi de “Mal canın yongasıydı…” elbette kolay değildi. Yangın demek; bir senelik emeğin çöpe atılması, bir ailenin açlığa mahkûm edilmesi demekti. Söz konusu olan, masum insanların emeklerinin zorla elinden çekilip alınmasıydı.
Canı yananların da akılları tutuluyor, doğru, sağlıklı düşünemiyorlardı. Hissî ve nefsanî kızgınlıkla, hiç alakası olmayan suçsuzlara zarar verilebileceğinden endişeliydi Lütfü Hoca. Baktı olmayacak, küfürler eden gençlerin yanına gitti:
- Çocuklar çok üzgünüm! En az sizin kadar ben de acı çekiyorum! Fazlı Efendi, malumunuz, ailece gece gündüz çalıştı, didindi, ne terler döktü bunları buraya taşıyıp yığmak için! Bunlar hayvanlarının rızkıydı her şeyden önce. Bir sabah ateşe verildiğini görmek kolay değil elbette. Sizin kadar bu köyü tanıyorum! Bu çalışkan komşularımız; Mevlüt Usta ve kardeşlerine düşmanlık eden birini hiç duydunuz mu? Ya da onların başkalarına kötülük düşündüklerini? “Duymadınız elbette!” Hep iyilik yarışındaydılar değil mi? “Peki bu taya yakma işi de ne?” diye sorabilirsiniz! Hemen söyleyeyim; yine malumunuz, köylülerimiz tuvalet ihtiyaçlarını karşılamak için köşe bucak kuytu bir yer arıyorlar, dere kenarlarına, bir sütre bulduklarında onun arkasına sığınarak ihtiyaçlarını gideriyorlar. Bu, gizlisi saklısı olmayan, sık sık gördüğümüz, herkesin yaptığı bir şey! Yoksa yanlış mı biliyorum? DEVAMI YARIN