Gözler Lütfü Hocadaydı. “Hadi buyurun hocam…” der gibi bakıyorlardı. Cafer Ağa fazla dayanamadı:
- Hadi muhterem Hocam…
- Cafer Ağa, dışarıda tüfek seslerini duyunca aklıma hiç unutamayacağım, her hatırladıkça dizlerimin bağı çözülen, yaşadığım bir hadise geldi. Burada genç kardeşlerimiz de var. “İbret olur” düşüncesiyle bugün müsaadenizle ondan başlayalım. Sonrası zaten gelir.
- Hocam; “Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi…” derlerdi eski ecdadımız.
- Maşallah! Âlimler arasında, onlara layık sohbet yapmak da kolay olmasa gerek.
- Onu bunu bilmeyiz Hocam! Biz sizden de anlattıklarınızdan da memnunuz. Buraya çekip getiren de o hissiyatımız. Yoksa “Başka işimiz mi yok!” der, evimizden dışarı çıkmazdık, çoğu geceler! Bir Muhabbet, heyecan olmasa kim kime gidebilirdi bu kış günü? Yorganı başımıza çeker ayılar gibi kış uykusuna yatardık!
- Estağfirullah Cafer Ağam!
- Hakikat Hocam! Üzülerek söylüyorum… Maalesef durum böyle. Öyle değil mi komşular?
- Öyledir Ağam! Ama biz ayılığı kabul etmeyiz Cafer Ağam!
- Yani sözün gelişi Hasan Ağam!
- Neyse latife latif gerek!
- Eyvallah!
Bu samimi, içten laf tokuşturmalar, odadakileri güldürdüğü gibi sohbete de iyice hazırlamıştı.
Lütfü Hoca; “İşte miftâh-ı genci kadîm: Bismillâhirrahmânirrahîm…” dedi, söze henüz başlamıştı ki gençlerden Kurbanî; “Hocam bir şey sormak ve öğrenmek istiyorum” deyince, bütün gözler o tarafa çevrildi:
- Önce sizden, sonra buradaki büyüklerimden müsaade isteyerek bir suâl arz etmek istiyorum Hocam!
Bütün odadakiler ağız birliği etmişçesine hep birlikte; “Sor sor! Biz de öğreniriz…” deyince Lütfü Hoca da:
- Elbette Kurbanî Bey, ne demek; bilirsem cevap veririm, bilmezsem aha orada kara kaplı kitap, açar bakarız. Âlimlerimiz her suâlin cevabını kaynaklarıyla vermiş, müşkülatlarımızı çözmüşler, bize sayfalarını açıp okumak kalıyor. Oradan öğreniriz hep birlikte. İlme talip olmak ne güzel haslet. DEVAMI YARIN