Gönderdiğiniz o yazının çok tesirinde kaldım...

A -
A +

Jale:

 

- Bu Kazak Türkü kızın yeniden Müslümanlıkla tanışması ve anlattıkları içime demir leblebi gibi oturdu.

 

- Sen de pek fenaymışsın Jale Hanım! Bana laf atıyordun hep. Şimdi de ben sana atayım. Nereden bulursun bu mânâ içinde mânâ yüklü kelime ve cümleleri?

 

- Doktor’um, seninle bu hususlarda yarışamam ama çok kitap okuduğuma yakinen şahit olmuştunuz. Hepsinden bir kırıntı kalsa, bayağı okkalı yük çıkar ortaya.

 

- Orası öyle. Çok okuyan çok bilir. Kanun gibi bir şey. Eee?

 

- Evet, okuyan biliyor. Bir kitabı, ansiklopediyi açıp bir anda dünyanın öbür ucundaki malumatlara, taze bilgilere kolay ulaşabiliyorum, işte bu yüzden diyorum ki insan ne kadar ne yaparsa yapsın okumakla edindiklerini başka yolla edinemiyor.

 

- Zaten bunun dışındaki metotlara ömrü yetmiyor Jale Hanım.

 

- Aynen öyle! O gönderdiğiniz yazının çok tesirinde kaldım, hem de kızcağızı kıskandım Doktor’um. Kıskandım ama hayran da oldum aklına. O genç yaşında eğlencenin tadını çıkaracakken hepsini elinin tersiyle itip Allahü teâlânın son dinini öğrenmeye karar vermesi büyük hadise! İç ve dış düşmanlara karşı dik duruş, sağlam irade, yüksek meziyetler icap ettiriyor. Onda da hepsi var maşallah. İşte bu duruşu aklımı başımdan aldı. Ben ise kaç senedir hâlâ patinaj yapıyorum. Yanınıza geliyorum size hevesleniyorum, “İyi bir Müslüman olacağım, öyle de yaşayacağım…” diyor, kesin kararımı verip çıkıyorum, arkadaşlarımın yanına, iş ortamına girince de verdiğim kararımı unutuyor, onlardan kopamıyorum. Hadi gel de Toleouzhan’ı kıskanma!

 

- Ona kıskanma demeyelim de “imrenme, gıpta etme” diyelim, hem daha isabetli hem de çok iyi olur. Kıskançlık, birinin kavuştuğu nimetin elinden uçup gitmesini isteme gibi kötü bir hastalıktır. Gıpta etmek ise “Onda var, bende de olsun” arzusu ve talebidir. İkisi arasında koca uçurum olduğu aşikâre… Bu meseleyi bir misalle anlatayım.

 

- Memnuniyetle. İnşallah işinden alıkoymuyorumdur!

 

- Olsa der, müsaade isterdim. Anlatacağım basit bir hikâye. Bazı şeyleri böyle hikâyeleştirerek anlatmak mevzunun çabuk, doğru anlaşılması ve unutulmaması için faydalı oluyor.

 

Bu anlatacağım hadise problemli, kıskanç bir talebe ile ufku geniş, tecrübeli hocası arasında geçiyor.

 

Hocası talebesini bu hastalığından kurtarmak için ince, bir o kadar da manidar birkaç suâl soruyor:

 

“Evladım sana hiç yakıştıramıyorum! Niçin arkadaşlarını kıskanıyor ve onların yaptıklarını bozuyorsun?” diye bilerek çıkışıyor, azarlıyor bir bakıma talebesini.

 

Kıskanç, kendini beğenmiş talebe hiç durur mu? Haklı olduğunu ispat etmek için hemen cevap veriyor:

 

“En iyi ben olmalıyım hocam! En üstün, en muvaffak olmuş talebe olmak benim hakkım! Kimse benden daha önde olmamalı!”

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.