Yol arkadaşlarıma ikramlarımı yapmış, gönül rahatlığıyla da saraya varmıştım. Sultan’ım beni bekliyordu.
BOŞ EVE HIRSIZ GİRMİŞ!..
Saraydan kulübeme kadar olan arazi parçası öyle ağaçlık, öyle yeşillikti ki neredeyse bir dam sığacak yerden daha geniş yer görmek imkânsızdı. Başı göğe yükselen çınarlar, palmiyeler, hurmalıklar, kollarını semaya kaldırmış duâ eden derviş gibi dallarını diğer ağaçların arasından semaya doğru uzatıyormuş gibime geliyordu. Buralarda yırtıcı hayvan yoktu ki hiç rastlamadım. Yalnız, o da çok seyrek, akşam ezan vakitleri kuru bir kütüğün üstünde uzun kuyruğunu savurarak oradan oraya atlayan kızıl çöl tilkisi ve yavrularını görürdüm. Ara sıra da birkaç tavşan ailesi sürüler hâlinde önüm sıra kaçışırlardı. Onlarla da neredeyse dost olmuştuk. Yürüyüşümden, hâl ve hareketlerimden beni tanıyor, kaçmıyorlardı. Ben de onları her fırsatta elime geçen yiyeceklerle besliyordum…
Yine yol arkadaşlarıma ikramlarımı yapmış, gönül rahatlığıyla da saraya varmıştım. Sultan’ım beni bekliyordu. Her defasında olduğu gibi ayakta karşıladı.
- Sultan’ım böyle yapıyorsunuz çok üzülüyorum. Siz sultanlığınıza münasip davranmalısınız ki biz de tebaanız olduğumuzu bilelim.
- Siz de benim gönül sultanımsınız. Unutma ki burada iki sultan karşılaşıyor.
- Ama efendim!
- Aması maması yok Behlül! Gönül sultanlığının üstünlüğünü bilmeyen mi var?
- Ben bir hiçim Sultan’ım!
- Ya biz neyiz?
- !!!
Cevap vermedim Sultan’ımızın bu zekice bakış ve cevaplarına. O durmuyordu yalnız. Beni konuşturmak için daima suâl soruyor, olmadık mevzular açıyordu.
- Biz dostuz değil mi Behlül?
- Elbette Sultan’ım!
- Geçenlerde Cuma namazında hoca efendi fena yüklendi.
- Anlayamadım Efendim!
- Yani amellerimizle ahireti kazanmamızın zor olduğunu anlattı, ya da ben öyle anladım.
- Malumunuz, AHİRET çok mühim Sultan’ım. Ebedî hayatımız. Sonu yok, biteceği de yok…
- O kadarını ben de biliyorum.
- Ona göre de hazırlık yapmak lazım Sultan’ım.
- İşte o iş kolay değil! Ne yaparsak yapalım mutlaka hesap var.
- Her şeyi Allahü teâlânın rızası için yaptın mı mesele yok!
- Yine de emin olamıyoruz.
- !!!
- Bir DOST edinmem lazımmış!
- Yani.
- Yani, Kıyamet gününde bir kul getirilir; ister bey olsun ister çoban fark etmiyor inceden inceye hesaba çekiliyor. İyilik ve kötülükleri müsâvî yani eşit geliyor. Hasımlarını râzı edecek bir haseneye, sevaba ihtiyaç duyuyor. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak: "Ey kulum, bir haseneye ihtiyacın kaldı. Onu bulursan seni Cennete koyarım. Git bak, insanlardan iste, belki biri sana bir hasene bağışlar" buyurur.
O kul gelir, durumunu anlatarak babasından, annesinden ve arkadaşlarından bir hasene ister. Her birine ihtiyacını arz eder. Hepsi de "Bugün ben de o bir haseneye çok muhtacım!" diyerek müsbet cevap vermez.
DEVAMI YARIN