"Göz ucuyla baktı geçti. Ciğerleri yaktı geçti..."

Sesli Dinle
A -
A +

"Korkudan mı, yoksa ümitlerimin yeniden yeşereceğine inancımdan mı ne durduğum yerde titriyor, ürperiyorum?"

 

 

 

Jale'nin Tanju'ya yazdığı mektubun son bölümünde pişmanlık ifadeleri vardı:

 

Kızgın güneşte kavrulmuş ve ayaklar altında ezim ezim ezilmiş bir gül hüznü, kederiyle dolu kırık kalbim; hakkı olmasa da seni çağırıyor bütün samimiyetiyle. Artık DÖN YUVANA!

 

Tekme tokat dayak yemiş gibiyim. Korkudan mı, yoksa ümitlerimin yeniden yeşereceğine inancımdan mı ne durduğum yerde titriyor, ürperiyorum? Kapımızdaki çınarlar ha bire gazel döküyor sağanak, sağanak. Yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün baharını, yazını. İçimde bir yaramaz çocuk, yalın ayak koşuyor sana doğru, hatalarını, kusurlarını görüp üzerine basa basa çiğneyerek hem de!

 

Sahi pişmanlık, candan “Affet Allah’ım” demek, derin bir iç çekip hata ve kusurlarını anlamak değil mi? Bu pişman olmuş yaramaz Jale’yi sen de affetsen olmaz mı Tanju? DÖN GEL!

 

Jale

 

                ***

 

Göz ucuyla baktı geçti.

 

Ciğerleri yaktı geçti.

 

 

 

Öfkeli bir hâli vardı,

 

Dişlerini sıktı geçti.

 

 

 

Suratı çok asık idi,

 

Kaşlarını yıktı geçti.

 

 

 

Kimse bir şey diyemedi,

 

Lafı ağza tıktı geçti.

 

 

 

Ellerinde kanca vardı,

 

Ona buna taktı geçti.

 

 

 

Sağa sola kıvrılarak,

 

Yılan gibi aktı geçti.

 

 

 

Hoca der ki, geçti artık,

 

Gelse bile vakti geçti.

 

                    ***

 

          AKILLANDIM MI?!.

 

Tek rahat ettiğim şey yüksek irtifalar kazandıran kitaplarımdı. En ağır acıları bile teskin eden ağrı kesici, yaralarıma iyi gelen merhemdi. Yalnızlığıma yoldaş, çaresizliğime çareydi. Her hâlükârda huzur veriyordu bana. Onlarsız ne günüm vardı?

 

Bakın haksız mıyım?

 

“Hazret-i Lokman aleyhisselâm, oğlunu yanına çağırıp dedi ki: Yavrucuğum! ‘Kötülük, kötülükle söndürülür...’ diyenler yalan söyler. Evladım inanmıyorsan iki ayrı ateş yak. Bak biri diğerini söndürüyor mu? Gözünle gör. Kötülüğü ancak ‘İYİLİK’ söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürdüğü gibi.”

 

Hiç duymadığım şahıslardan, yine duymadığım muazzam sözler, kütüphaneler dolduracak mânâ yüksekliğinde ifadeler okuyordum. “Ne derin ve de oldukça güzel mevzular işlenmiş…” deyip elimdeki kitabı bırakamıyordum. İç kapak arkasındaki boşluğa Nefise Doktor’um, kendi el yazısıyla şöyle bir not düşmüş:

 

“Mübarek Hocam buyurdu ki…” diye başlayan bir yazı. Pek merakla okumaya başladım. Bakın devamında ne yazıyor? “Kardeşim, dünya bölücüdür. ‘Mahz-ı sıkıntıdır’ yani sıkıntının ta kendisidir...” deniyordu. Kendi kendime “Peşinde koştuğumuz şeyin aslı sıkıntıymış! Nasıl olur?” dedim, iyice meraklandım ve devam ettim. “Bu dünyaya kim dalarsa öbür taraftan zor çıkar. Çünkü Allahü teâlâ dünyaya, yaratıldığı günden beri hiçbir gün rahmet nazarıyla bakmamıştır. Niçin? Nefsi azdırdığı için, nefsin bütün imkânlarını sağladığı için dünya melûndur ve (Hubbu’d dünyâ re’sü külli hatîetin) hadis-i şerifi her şeyi izah edip açıklıyor. Yani, (Dünya sevgisi bütün kötülüklerin başıdır...) Dünya böyle; bunun zıddı olan ahiret ise birleştiricidir, huzurdur, saadettir. O hâlde rahat etmek için ahirete dönmekten başka çare yok. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.