Gözlerimden süzülen yaşlara mâni olamadım...

A -
A +

Annemin ağzı açılmıştı bir kere:

 

- Kızım, rahatın için diyorum. Bak sen evdesin o adam yok! Peki soruyorum nerelerde? Hangi köşelerde zamparalık yapıyor biliyor musun?

 

- Aman Anne! Lütfen! Zaten bizimki bize yetiyor bir de sen tuz biber ekme yaramın üstüne!

 

- En sonunda geldin sözüme! Hatırla dediklerimi, yalvarmalarımı… Biz anneyiz, evladımızın rahatını, huzurunu, saadetini düşünüyoruz. Bu da hakkımız! Onun bunun ne yaptığı umurumda bile değil!

 

- Ne diyorsam alıyor. Bak sizden sonra şu gördükleriniz alındı. Şimdi borç ödüyoruz. Bir de bebek geliyor. Bakalım işin içinden nasıl çıkacağız?

 

- İki maaş, küçük bir ev ve çaresiz kızım! Seni bunları söylemen için mi büyüttüm!

 

- Anne!

 

- Kız! “Annen kadar taş düşsün başına!” diyeceğim ama kıyamıyorum, bebek var, şimdilik vazgeçtim.

 

- !!!

 

Anneciğim, öfkelendiğinde kendinden geçiyordu. Son söyleyeceği bedduâyı yapmadı bebeğin hatırına. Kızdığından getirdiklerini bile göstermeden “Bir daha geldiğimde evin eşyalarını noksansız göreceğim, yoksa hayatınızı zindan ederim!” diye tehdit edip kapıyı çarptı çıktı. Öyle hızlı hareket etmişti ki “Güle güle anneciğim…” dahi diyemedim. Sadece kendi kendime “Benim ne çekeceklerim var?” dedim, gözlerimden süzülen yaşlara mâni olamadım.

 

Biraz empati yaptığımda daha rahat görebiliyordum. Huyum anneciğiminkine çok benziyordu. İlk evimize geldiğinde Tanju “Anne kız hem fiziken, hem de ruhen birbirinizin ruh ikizisiniz…” demiş, teşhisini ta o gün koymuştu.

 

Pencereden annemin peşi sıra bakınca, gözümün önüne Doktor Nefise geldi. En son ziyaretimde:

 

“Bak Jale’ciğim sana ne anlatacağım?” deyip söze başlamıştı. İlim ehlinin hâli bir başka oluyordu. Öyle misaller verdi ki ağzım açık dinledim sadece. Konuşacak, hatta suâl soracak mecalim bile kalmamıştı onun veciz ifadelerinin derinliği yanında.

 

- Jale Hanım, aynaya baktığınız zaman kendinizi görürsünüz değil mi?

 

- Elbette, herkes gibi ben de kendimi görürüm.

 

- Peki, siz o baktığınız aynanın neresindesiniz? İçinde misiniz, yoksa dışında mısınız?

 

- Öyle ya neresindeyim? Hiç düşünmediğim bir şey!

 

- Yani “Aynanın içindeyim” deseniz yalan olur, çünkü içinde değilsiniz. “Yok” deseniz yine olmaz, aynaya bakınca kendinizi görüyorsunuz.

 

- Aynen öyle, çok doğru.

 

- Peki orada görülen kendiniz misiniz? O görüntü nedir?

 

- Başka kim olabilir?

 

- Şöyle anlatayım: Bir ipe taş bağlayıp ve hızlıca çevirseniz, taş dönerken bir daire görürsünüz değil mi?

 

- Evet.

 

- Bu “nokta-i cevvale” denilen daire var mıdır yok mudur? “Var” deseniz taş çevrilmeyince daire yok oluyor. “Yok” deseniz taş çevrilince daire görülüyor. Fakat aslında daire denilen gördüğümüz yok. Peki bu görülen daire nedir ve nerededir?

 

- !!!

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.