"Mutfak, Türk kadınının demirbaşı ve de vazgeçilmez asli vazifesi... Onun farkındayım Anneciğim..."
Nefise Naz:
-Okuduğum kitapları sorar, icabında üşenmeden okurdun. Sonra da “O zarar verir, bu faydalı…” diye rehberlik eder, yol gösterirdin anne.
- Biliyorsun okumayı severdim zaten. Hem de hızlı okurdum.
- Aynı telden çalardık. Ders çalışmakla, verilen vazifeleri, yapılması istenen ödevleri yapmakla geçerdi günümüz. Yemek sonrasında “Haydi çaylar da sizden...” derdin.
- Mutfağı da unutmamak lazım kızım.
- Mutfak, Türk kadınının demirbaşı ve de vazgeçilmez asli vazifesi... Onun farkındayım Anneciğim. Mânâ veremediğim tek şey tatil günlerinde oturduğun yerde uyuklaman. Mecburi koltuk şekerlemelerin vardı ki ben asla anlayamadım o rahatsız yerle aranızdaki gönül bağını... Uyanmaya yakın kıpırdanır, gözünü açınca “Nefise Naz! Mustafa Enes!” diye seslenirdin. İkimiz de tahmin ederdik arkasından gelecek cümleyi: “Bir serin su…”
- Hiç de unutmuyorsun bakıyorum.
- Bazılarını unutmuşum maalesef. Sonra geçen yaz... hastane odasında senin Doktor Nefise Ablayla olan muhabbetinize şahit olduk. O ne samimiyet, ne içten sevgiydi. Gözlerinin içi gülüyordu onunla konuşurken. Etrafımızdaki şartlar; kimileriyle ayırırken bizi, kimileriyle de bütünleştiriyordu amma ve lakin hiçbir şeyden haberimiz yoktu. O gün, o odada anladım sana ne kadar muhtaç olduğumuzu. O zamanki dünyanı tam olarak anlayabilmem için daha iyi tanımam lazım geldiğini sezmiştim. Nefise Naz kızın için “Fiziken, ruhen her şeyiyle annesine çekmiş...” diyorlar.
- Memnun musun?
- Hem de çok! Otobüste ihtiyarlara, kadınlara, zor durumda olanlara yer vermeyi, hürmet göstermeyi, bütün mahlûkata muhabbet duymayı, elinden gelenin en iyisini yapmak lazım geldiğini, kek yapmayı, ısıtılan çorbaya biraz su ilave edip tazelemeyi ve nicelerini siz öğrettiniz… Benim ilk hocamsınız, herkesten hep bir adım önde olmamı istiyorsunuz. Ancak şunu diyebilirim ki; yalnız sen olmaya razıyım, çünkü kimse senin gibi iyi bir örnek olamaz benim gözümde anneciğim.
- !!!
Bu kadar içten sohbete daha fazla bir şey demedim. Sadece sarıldım gençliğe adım atmaya hazırlanan evladımı öptüm, kokladım doya doya. Aklımda kalanları da öylesine yazdım. Sıkıntıdan karnıma ağrılar giriyordu yine.
Beni oyalamak, bilhassa üzüntülerimi hafifletmek, sinirlerimi yatıştırmak için kendi küçük ama kocaman yürek evladım, durmadan hedef değiştiriyor, merak edeceğim mevzularda konuşuyor ve hem de beni konuşturarak rahatlatmak Tanju’yla alakalı her şeyden de uzaklaştırmak istiyordu. Bu ruh hâli içinde olduğunu pekâlâ anlıyordum. Belli etmemek için de onun havasına giriyordum. Daha önce yine yazmıştım; ana kız iki kişilik tiyatro yapıyorduk göz göre göre...
DEVAMI YARIN