Gülen gözleri, kalbe işleyen sözleri vardı...

A -
A +
"Efendi hazretlerinin dilinden bırakmadığı bir söz: İlim yükseltir, cehalet alçaltır.”
 
 
Elinde ekmekle ufaklığı gören tavuklar, kuşlar üzerine üşüştü. Kara bir kaç karga da aralarına katıldı. Kaşla göz arasında çocuğun elinden ekmeği kapıp havalanmaları bir oldu. Ekmek kapma yarışı bu sefer havada devam ediyordu. Bir lokma için kargaların kanat çırparak koşuşturmalarını heyecanla takip etti. Üzerine konup kalkan sinek sürülerinin ardı arkası kesilmeyecek gibiydi. “Hasankale’den bir farkı yokmuş burasının da. Güneş, sema, taşlı topraklı yollar, tek katlı toprak evler, ağaçlar, sığır, koyun sürüleri, kediler, köpekler, horozlar, tavuklar, böcekler hep aynı” diye söylendi. Anladı ki; insanın, hayvanatın, haşeratın ve nebatatın her çeşidi buralarda da aynen vardı…
Bahar mevsiminden mi her taraf zümrüt gibi... “Bizim oralar kadar yeşil, bir o kadar da güzelmiş meğer” dedi, kendi hâline güldü. Daha bir görmede “güzel” demek de nereden çıkmıştı? Babası bir gün ona; ani karar vermenin, anlamadan dinlemeden kabul ve reddetmenin, ön fikirli ve şartlanmış olmanın yanlışlığını uzun uzadıya anlatmamış mıydı? İyi ve kötü olduğuna karar vermek için henüz erkendi.
Çok çok idealleri, hedefleri vardı, bitmez tükenmez hayaller içindeydi o.
Dışarı çıkan, kasabaya gidip gelirken yorulanlar, ezber yapan talebeler, misafirler; biraz istirahat etmek için bu taşların üzerinde soluklanır, sıra sıra dizili ağaçların koyu gölgesine sığınır, ferahlatıcı havasından istifade ederek sohbet ederlerdi. “Ben hem çok gencim, hem kimseyi tanımıyorum, hem de...” aklına ne geldiyse gerisini getirmedi.
Derviş Osman; elinde testi ile pınardan evine dönünce kapılarının önünde biricik evladını neşeli gördü pek sevindi. Hem de şaşırmıştı. Nasıl şaşırmasın ki, kaç gündür yataklara mahkûm olmuş ciğerparesi; hiçbir şey olmamış gibi dimdik karşısındaydı. “Büyüklerimizin himmet ve bereketi” dedi, İbrahim’in yanına koştu:
- Maşallah! Maşallah İbrahim’ime! İyisin değil mi oğlum?
- İyiyim elhamdülillah! Çok iyiyim babacığım.
- Hocam, bu hâlde görse ne kadar sevinir!
- Beni ona götür baba!
- Kime evladım?
- Hastayken bana bal yedirene...
- Fakirullah efendimize mi?
- Evet, ona.
- Çok mu sevdin?
- Evet, çok! Gülen gözleri, kalbe işleyen sözleri vardı.
- Yaa.. demek öyle!
- Evet, babacığım! Hep onu düşünüyorum, biliyor musun?
- Buna daha çok sevindim oğlum! O da seni pek sevmiş biliyor musun?
- Sevildiğime çok sevindim babacığım! Biliyorsun ben onu önceden hiç görmemiştim.
- Oğlum sen Erzurum’dan gelir gelmez hastalandın. Fakirullah efendimiz şifa bulman için gece gündüz duâ etti. Allaha şükür; onun duâları ve ilaçları sayesinde Rabbim sana şifalar verdi. Artık hep beraberiz. O sevdiğin efendimiz sana ders verecek.
- Sahi mi söylüyorsun baba!
- Tabii..
- Öyleyse ben de her gün Efendi hazretlerini göreceğim, duâlarını alacağım demektir!
- Efendi hazretlerinin dilinden bırakmadığı bir söz: "İlim yükseltir, cehalet alçaltır.”
- Harika! Göreceksin baba; âlim olacağım inşallah! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.