Sessiz, kendi hâline çalışmasının sebebi, milletin dedikoduları ile uğraşmamak, iyice derslerine odaklanmak içindi.
Ali, merdivenlerin orta yerinde birini mi bekliyordu? Onu kendisi de bilmiyordu. Kafasında herhangi bir şey yoktu, hem de hiç yoktu. Bu basamaklarda gençlerin oturup gelecek hayal ettiğini, yorgunların dinlendiğini, maceracıların keşfe çıktığını, derslerden yarı kalan mevzuların toparlandığını, ayaküstü sohbetlerin kızıştığı, ruhi sıkıntı olanların teselli aradığını düşündü. Bu geniş beton yığınlarından kimler gelip geçmişti? Sıra bunlardaydı.
Kalabalık mektepti. Hâlâ ardı arkası kesilmiyordu çantası elinde talebelerin merdivenden inişlerinin. Sanki ipinden kurtarılmış besili birer tay gibiydiler çocuklar. Sadece koşmakla kalsalardı ne âlâ bir de çeneleri “vırvır” çalışıyordu ki sormayın. “Beni bekle! Hey yavaş ol! Ödev kâğıtlarını aldın mı? Kalemin düştü! Üstün başın hep tebeşir tozu! Öğretmen geliyor!” laflar, laflar…
Arnavutköy’ün bu şirin köşesinde kuşlar cıvıldaşarak oradan oraya kanat çırparken, insanlardan, arabalardan sokaklar geçilmiyordu. Yük taşıyan birkaç traktörün peşi sıra tarlalardan gelen küçükbaş hayvanlar birer ikişer evlerinin yolunu tutmuştu. Bir kadın bahçe kapısını açıp çocuğunu içeri aldı. “Benim anacığımın da şimdi gözü yollardadır” dedi, yürüdü. Okulun bahçesi oldukça hareketliydi. Gelenler-gidenler, top oynayan, ip atlayan, birbirini tutmaya çalışanlarla doluydu. Bir köşede gruplaşmış çocuklar ise itişe kakışa bir şeyler konuşuyordu. Çağrı, Ali’yi görünce heyecanla eliyle “gel gel” işareti yaptı.
-Buraya gelsene! Çabuk hadi!..
Güler yüzlüydü ama şimdilik mesafeli görünüyordu Ali. Kimseye garezi yoktu, hiç olmayacaktı da. Sessiz, kendi hâline çalışmasının sebebi, milletin dedikoduları ile uğraşmamak, iyice derslerine odaklanmak içindi. Ayrıca yaşı küçük olmasına rağmen bir dolu insan görmüş, tanımış, nasıl bir anda yüz seksen derece dönebilenlerin olduğuna şahit olmuştu. Her yerde ve her zeminde bu ihtimalin göz ardı edilmemesi lazım geldiğini, kafasının bir köşesine iyice kaydetmişti. Dolayısıyla mektepte, şurada burada suratsız, sinirli, kızgın, öfkeli, ezik, gösteriş budalası, laubali, dengesiz, bir anı bir anına uymayan birisi olmaktansa; az konuşup, çok çalışan olmak daha iyiydi. Bunların hepsi de insan olmanın tabiatında var olduğu için çok normaldi, herkesle belli bir mesafeyi muhafazaya çalışan birisi olmayı tercih ediyordu Ali. Yapmacık biri olmayı ise hiç istemiyordu. Günün her saatinde olamasa da mektepte ve bilhassa simit satışlarında güler yüzlü olmalıydı. Öyle de oluyordu, ama "ay ne şekeer, çok da candan vallahi hep gülüyor" olarak adlandırılmayı da istemiyordu. Çünkü devamlı çevreyle irtibat hâlinde olan birisi onu görür, sonrasındaki ani yüz ifadesini çözüp içten olup olmadığını sezerdi. Hemen olmasa bile bilahare hissederdi. Kısaca bu insanlar yapmacık değillerdi, kendisi de olmayacaktı. DEVAMI YARIN