Anacığımdan beklediğim tepkiyi alamayınca; yakındaki bir taşın üstüne çöküverdim.
Bacalardan evin önüne zıpladım:
- Hayriye bacı Hayriye bacı!
O zaman Osman Amcam, Ömer Amcam, Yaşar Ablam, ezelerim anacığıma hep “Hayriye Bacı” dediklerinden biz de öyle hitap ediyorduk anacığıma. Seneler sonra ancak “ANA” demeye başlayabildik, o da kolay olmadı…
- Ne var evladım? Ne bu telâş?
- Babamı gördüm babamı?
- Allah Allah!
- İnan tıpkı o! Elbiselerini değişmiş, bizden önce gelmiş demek ki! Bana baktı güldü!
- Allah iyiliğini versin Ragıp!
- İnan yalan söylemiyorum!
- Yalan söylemediğinden eminim de…
- !!!
Anacığımdan beklediğim tepkiyi alamayınca; yakındaki bir taşın üstüne çöküverdim. Kavakların ilerisinde sarp kayalıklar, önümde uzun kurnası olan çeşme, yoldan ise sayısız koyun sürüleri meleşerek geçiyor, etrafı toza toprağa katıyordu. “Bunlar da nereden çıktı?” dedim, kapımızın önündeki Raziye Bibilerin damına çıktım. Hareketsiz, sarsılmaz buzdan bir sütun gibi yükselen kiremit rengi minareye gözlerim takıldı elimde olmadan. Nasıl yapıldığını düşündüm.
Çay kenarındaki söğüt ve kavakları saymasak, tâ ufuklara kadar uzanan geniş ve oldukça dik kırlarda ne tek ağaç, ne bir çalı, ne bir su pırıltısı, ne bir hayvan ve ne de başka bir bina görünüyordu…
***
KÖYDE HAYAT
Güzel güz akşamları, işlerini bitiren bütün aileler, kapı önlerinde otururdu burada. İlkin garipsese de anacığım, zamanla o da alıştı bu kapı önü sohbetlerine. Biz de onun yanından tozlu sokakların boş olduğunu fırsat bilen tıfılların bağrışarak oyunlarını seyrediyorduk. Hep anneciğimin arkasına gizlenirdik nedense. Büyüklerin sığır tüyünden yaptıkları, keçe gibi toplarla “fanifini” ismini verdiğimiz bir nevi yakalamaca oyununu pek sevmiştim, sevmiştim ama beni aralarına kim alacaktı? Bazen evin penceresini açıp dirseklerimi dayıyor, bu çocukların arasına katılmayı hayal ediyordum.
Aha köyümüze, küçük şehirmiş havası veren şoseden ara sıra vınlayarak geçen taksilerin peşi sıra koşmak, bir kamyonun arkasına tutunarak bir müddet yol almak ne kadar hoşuma gidiyordu anlatamam. Kamyonlara “MAKİNA” taksilere de “CANSIZ AT” diyorduk burada. Demek halk öyle isim takmıştı bu tanımadıkları, bilmedikleri at, öküz olmadan kendi kendine, hem de koşarak giden vasıtalara.
Ömer amcam Erzurum’da Kur’ân kursunda okuyor. Abdülkadir abim, birkaç hafta sonra babamın tembihi üzerine; “Titmoşlu Hoca” dediğimiz, köyümüzün muhterem imamı Samet Hoca Efendiye teslim edilmiş, o da onu hafızlığa başlatmıştı. Anacığım, Hüsna Ninem, Osman Amcam üzerine titriyorlardı âdeta, yemiyor yediriyorlar, giymiyor giydiriyorlar, bir dediğini iki etmiyorlardı. Hafızlık yapanlara ehemmiyet verildiğini çocuk da olsam anlamıştım. O yapılan iltifatlardan dolayı; “Ben de hafız olacağım…” diyordum ama dinleyen yoktu… DEVAMI YARIN