Moskof, komutanından erine herkes panik içindeydi. Korkudan altını kirletenler bile vardı!
Tekbirler de aynı şekilde dalga dalga yayılıp ufukları aşıyordu. Bu ezân da gece yarısındaki gibi, dadaşlara tarifsiz bir aşk, şevk vermiş ve cesâretlerini artırmıştı. Tereddüt içinde olanları da yeniden ayağa kaldırdı.
Ruslar da duymuştu. Arkalarından çevrildiklerini sanarak paniğe kapıldılar. Herkes birbirini suçluyordu. Harp hâlinde hiç gevşek davranılır mıydı? Zafer sarhoşluğu akıllarını başlarından almıştı. Şimdi ne yapacaklardı?
İki ateş arasında kalmak en tehlikeli şeydi. Mecburen ellerindeki askerlerin bir kısmını ön cepheden arka tarafa çektiler. Düşman askerleri, sonlarının geldiğini çoktan anlamıştı. Firar edenleri şanslı görüyor, kaldıklarına bin pişman olmuşlardı lakin yapacakları bir şey yoktu.
Erzurum halkı, büyük bir heyecan ve cesâretle Allah Allah nidâlarıyla, Azîziye tabyalarının demir kapılarına dayanmış, içeri girmeye çalışıyor. Can havliyle ve bütün kuvvetleriyle Moskofların üzerine hücûm ediyorlardı… Yarı sarhoş, yarı uykulu Rus askerleri canlarını kurtarmak için kaçacak delik arıyordu. Artık kimsenin komutan falan dinlediği de yoktu. Büyük bir can pazarı yaşanıyordu.
Tabyaları saran dadaşlar, vahşice boğazlanmış, civan delikanlıları da öyle kanlar içinde görünce, hepten çılgına döndüler. Artık onları kimsenin durdurması mümkün değildi. Rus askerinden, Ermeni çetelerinden kim ellerine geçiyorsa bir darbede işlerini bitiriyorlardı. Silah kullanmasını bilenler; Ruslardan kalanları alıp iz peşine düştüler. Müthiş bir kovalamaca oluyordu...
Hafız Osman Bedreddin, yorulmak nedir bilmiyordu. Makineli tüfek gibiydi. Mekanizması etten, kurşunu taştandı. Yere eğilirken taş eline veriliyormuş gibi harikulâde bir hâl yaşanıyordu. Attığı her bir taş bir mermiden daha tesirli olup düşmanı yere seriyordu. Bu durumu gözleriyle gören Nene; yanındaki kadına;
- Kız Hatice!
- Ne var Nene?
- Sen de görüyor musun?
- Neyi?
- Neyi olacak Sukûtî Efendi’nin mahdumu Osman Bedreddin Efendi’yi... Yere tam eğilmeden taşlar eline geliyor!
- He kız! Allah iyiliğini versin!
- Şahid ol!
- Nene he!
- Bu bir keramet!
- Elhamdülillah!
- Bizim bey de onun kerametlerinden bahsediyordu da şaşıp kalıyorduk!
- İşte ikimiz de şahid olduk!
- He aman, kız...
- !!!
- Bak! Bak! Uruslar kaçıyor!
- Allah’ım şükürler olsun! Bunu da gördük ya!
- Elhamdülillah!
- Allah’ım! Ya Rabbel âlemin!
Moskof, komutanından erine herkes panik içindeydi. Korkudan altını kirletenler, bayılıp düşenlerin haddi hesabı yoktu. Çoktan dağılmaya başlamıştı. Arkalarında bırakılan cesetleri saymak mümkün değildi. O ipe sapa gelmez generaller, ruhbanlar, komutanlar, nerede bir boşluk buluyorlarsa oradan kaçıyorlardı. Dadaşlar da peşlerindeydi.
- Hadi kızlar! Durmak yok! Koşun! Koşuuun!
- Allah rızası için zalimlere hadlerini bildirelim!
- Nene, yavaş!
- Kız Nene, elimden tut!
- Nene, yetişemiyorum!
- Nene, fenalaştım!
- Nene... Nene... DEVAMI YARIN