Tatlı atışma ve şakalaşmalarla yol da yolculuk da zor gelmiyordu hiç kimseye. İnsan vazifesini tam yapınca kalbi muhabbetle dolup taşıyordu…
Bütün Hac yolculuğu boyunca, sonuna kadar ona tabi olmuş, dediklerinden dışarı çıkmamış bu hacıları sevmemek mümkün değildi. Kendisini şartsız takip eden insanlaraydı bu sevecenliği. Onlarsız kendisi bir hiçti, hakikatse bir mevta... Çünkü hakikat ancak insanlarla var olurdu. Tıpkı şu anda Çavuşoğlu Seyahatin bir otobüsünde oturmuş olan bu insanlar gibi…
Aç gözünü gafil olma!
Derin uykulara dalma!
Ne iş yaparsan yap ama,
Haktan, hukuktan ayrılma!
Çok kızıp saçını yolma,
Gül gibi sararıp solma!
Sev sevil, yâr yardımcı ol,
Sakın kin, nefretle dolma!
Dua al, beddua alma!
Yalnız kal, imansız kalma!
Dünya fânidir iyi bil,
Hiç doğru yoldan ayrılma!
Erzurum’a yakın bir yerde yatsı namazını eda ettikten sonra Hacı Lütfü Hoca, otobüsüne döndü. Memleketinde komşuları, eş dost akrabaları yanına geldiğinde söyleyeceklerini düşündü. Biliyordu ki merak edecekleri çok şey vardı. Ve şafak sökene kadar kendisini HACCA götürüp getiren uzun yolu, bir başkasının hayat hikâyesini anlatan hacimli bir kitabı okur gibi baştan sona hayal ederken, ağır ağır göz kapakları kapanıyordu…
Işıkları yakmamışlardı. Ne ninni söyler gibi fısıldaşan tekerlekler, ne tertemiz, pırıl pırıl lacivert gökyüzü, kimseyi derin uykusundan söküp alamıyordu...
***
GELİN ADAYI...
İd’den dönüyordu. Köye çok az kalmıştı. Bir tek atın veya piyadenin geçebildiği patika yolun bitişiğindeki tarlada bir kızcağızın “deste” diyen kibar, ürkek sesini duydu Lütfü Hoca. Dikkatlice sağa sola bakındı, ilkin kimsecikleri göremedi ekinlerin boyundan. Buraya “Ahbunlar” deniliyordu. Ne ekilirse âdeta yerden fışkırırcasına biten mümbit topraklardı. Umumiyetle sulanmazdı ama ihtiyaç hâlinde o imkân da vardı.
Adam boyu kızarmış ekinlerin sallandığı yere biraz daha dikkat kesilince, küçük bir kızcağızın elindeki orağa takılı başak destesini gördü. Buralarda âdetti, tarlada çalışanlar, yanlarından geçenlere “deste” dediklerinde mutlaka bir hediye verilirdi.
Hacı Lütfü Hoca, önce birkaç kuruş para vermek istedi, sonra da “Kızcağız burada ne yapsın parayı? Yorulmuştur…” diye, ona İd’den aldığı meyvelerden ikram etmeyi düşündü. DEVAMI YARIN