Naciye ana, karşılıksız iyilikte bulunan antikacıya gönlünden geçenleri yazma ihtiyacı hissediyordu.
Göğsü kabardı elinde olmadan. Bodur fidanlar misali yavruları, serilip serpilen gölgeleriyle ona yıllanmış çınarlar gibi heybetli görünüyordu şimdi. Çepeçevre, kurşunî yalçın kayalıklara benzettiği evler; ince mor bir tülle örtülürken, gözlerindeki sevinç incileri; çoktan gümüş şelâleler olmuş, durmadan akıyordu…
Naciye ananın dudaklarında tarifsiz dualarla birlikte yalnız; “Oğlum, canım Ali’m” kelimeleri dökülüverdi, mesut ve bahtiyardı. Hem de çook…
***
Dünyada yok mekânım,
Yerim durağım orda.
Yolum tahta arabam,
Atım bineğim orda.
Eyyub’un sabrı buldum,
Bin kez sararıp soldum,
Buraya evsiz geldim,
Damım, kulübem orda.
Bülbülüm, öte geldim,
Dost eli tuta geldim,
Harmanı sata geldim,
Yaylam, otlağım orda.
Gizli söz, açık denmez,
Haram, bal olsa yenmez,
Hep yanar durur, sönmez,
Ayım, güneşim orda.
“Hakiki dost, göze sezdirmeden gözyaşı silendir.”
Kendilerine karşılıksız iyilikte bulunan antikacıya gönlünden geçenleri yazma ihtiyacı hissediyordu. Bu karda, kışta yapılan bunca iyilik, karşılıksız kalmamalıydı. Beyinden yadigâr kalan defterlerden birini aldı, orta yerindeki boş sayfalardan yavaşça çıkardı. İçinden gelenleri tek tek sıraladı.
İşte o mektup:
Pek muhterem antikacı hayırsever Hasan Abimize;
Bize yaptığınız iyilikleri, ikramları, verdiğiniz hediyeleri sayıp dökmeyeceğim. Onların hepsini de “Allah rızası için” yaptığınıza eminim. Mükâfatını Cenab-ı Allah verecek mutlaka. Rabbim bize nimetlerini sizin elinizle gönderdi. Kim bilir ne hikmetleri vardı da bilemiyoruz. Onun için sadece teşekkür etmekle sözüme başlıyorum muhterem abim.
Elimizden geldiğince hep bizden daha zor şartlardakilere bakıp içinde bulunduğumuz hâlimize hamd ve şükrediyoruz elhamdülillah. Bazen kendi kendime soruyorum; “yeterli mi acaba?" Nerede?
Hacettepe Hastanesinde çift kol ve çift ayak nakli yapılan Şevket Çandar’ı hatırlarsınız… Onun kolsuz, elsiz, ayaksız, bacaksız oluşu beni çok düşündürmüştü: “Demek; insanoğlu elsiz, kolsuz, bacaksız, ayaksız da yaşayabiliyormuş.”
Birçok insanın böbrekleri çalışmıyor, diyaliz makinesine girerek hayatlarına devam ediyorlar. Demek ki; “insan böbreksiz de yaşayabiliyormuş.”
Midesi alınanları çok duymuşuz. Yemek borusunu, direkt bağırsağa bağlıyorlar, onlar da hayatlarını bu şekilde devam ettirebiliyorlar. Demek; “midesiz de yaşanabiliyormuş." Çanakkale muharebelerinde, şarapnel parçalarıyla gözü, kulağı, kolu bacağı kopan ve ölene kadar böyle yarım adam olarak yaşayan gazilerimizi gören çok insan var, malumunuz. Demek ki; “insanın yarısı olmadan da yaşayabiliyormuş.”
Bütün hastalıkları tek tek düşünüyorum da; sağırları, lalları, âmâları; biri hiç duymadan ve diğeri konuşamadan ömür geçiriyor. “Hayat için kulağa ve dile de ihtiyaç yokmuş. Onlarsız da yaşanabiliyormuş” demeden edemiyoruz.
Yüz nakli yapıldı biliyorsunuz. Ama o genç, yüz nakli yapılmadan önce yüzsüz de yaşıyordu.
DEVAMI YARIN