"Halife, mesuliyetinin icabını, yani yapabileceğini yaptı..."

A -
A +

"Harun Reşid Sultan’ım, sizler ne derseniz deyin hissî olmaktan kurtulamazsınız bu mevzuda! En iyisi susmak..."

 

 

Behlül Dânâ:

 

- Herkes her şeyi bilemez ki Sultan’ım! Avam zahire bakar! Sonra böyle söylemekle de kimseyi suçlamıyorum! Kimseye haklı haksız da demiyorum. Ne hâddime! Yalnız kelimelere sığmayacak kadar çok çok büyük bir âlim, şu veya bu sebeple heba edilmemeliydi. Hem de bu şekilde...

 

- Ama Halife, o makama en âlim birini getirmekle mesuldü. O an için bu işe en münasip olan da imam Ebû Hanîfe’ydi. Teklif etti, olmadı, tehdit etti olmadı, bu sefer de ceza verdi.

 

- Bütün zorlamalara rağmen yine kabul etmedi değil mi? Niçin? Mesuliyetin büyüklüğünü düşündüğü için, yanlış fetva vermekten, kul hakkına girmekten, ahiretini ziyan etmekten korktuğu için, ebedî saadetini, akıbetini düşündüğü için kabul etmedi. Bunu biz bildiğimize göre o devirdeki hükümdar da biliyordu. Bile bile bu kadar ihlâslı, kaç asırda bir yetişemeyecek bir büyük âlimi incitmek olacak şey miydi?

 

- Halife, mesuliyetinin icabını, yani yapabileceğini yaptı...

 

- Harun Reşid Sultan’ım, sizler ne derseniz deyin hissî olmaktan kurtulamazsınız bu mevzuda! En iyisi susmak. Bizim ellerimizi o meseleye bulaştırmadı Rabbimiz, biz de dillerimizi bulaştırıp günaha girmeyelim bari… Malumunuz, Abbasi Devleti'mizin ikinci halifesi, yani sizden öncekinin öncekinin öncesi; Câfer Mensûr bin Muhammed Bağdat'ta hapsettirip işkence ettirmiş ve bu sebeple de şehid olmuş mübarek İMAM. Onun için her aklıma geldiğinde gözlerimin yaşla dolmasına mâni olamıyorum. Bu nasıl bir gaflet, nasıl bir ruh hâli? Anlamakta aciz kalıyorum!

 

- İşte insanı yakıp kavuran bu değil mi? Ben düşünceli olmayayım da kim olsun  Behlül? Kardeşim Hâdî'nin vefatı üzerine halifeliğe seçildim. Mecbur kaldım. O günden bu yana diken üzerindeyim. Kuş tüyü yatakların birer çivi olup uykularımı kaçıracağını düşünebildin mi?

 

- O dünyaya yabancıyım!

 

- Bu durumu ancak benim gibi olanlar anlar! Hani derler ya "düşen bilir…” işte öyle bir şey. Başkaları anlayamaz bizi. Ya hata edersem, ya yanlış kişilerle, yanlış işler yaparsam benim durumum ne olacak? diye diye bir hâl oldum. Düşünebiliyor musun mesuliyetimin büyüklüğünü, derdimin çokluğunu? Boşuna mı koşuyorum peşinden?

 

- Estağfirullah.

 

- Elbette tövbe istiğfar edeceğim! Ne yapsam etsem bir tarafım göçük  Behlül! Peşinde koştuğumuz huzur ve saadet çok uzaklarda. Seninle uluorta sohbetimiz boşuna mı oluyor sanıyorsun? Şu kapıdan girince ya da ben kapısı olmayan kulübene gelince ferahlıyorum. Yükler üzerimden kalkıyor sanıyorum.

 

- Estağfirullah! Rabbim hüsn-ü teveccühlerinize layık eylesin.

 

- Az bile söyledim  Behlül!

 

- Haklısın Sultan’ım! Ateş düştüğü yeri yakar! Çekmeyen bilemez!

 

- Ehl-i sünnet mezhebi, İslâm dünyasının büyük bir kısmında hüsn-ü kabul gördü. Bunda İmam-ı Âzam Ebu Hanife’nin büyük payı var. Zaten kimse de inkâr etmiyor. O da Emîrü'l-mümînin verdiği vazifeyi kabul etmeliydi!

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.