Sıcak bir yaz akşamı. Hafiften meltem esse de fayda etmiyordu serinlememize. Etraftaki ağaçların tesiriyle mi ne nehre yeşil renk hâkim...
Tekliflerinin hiçbirini kabul etmeyince Hârûn Reşîd Sultan’ım daha fenalaştı, pek üzülmüştü. Kendini seyre gelenleri çoktan unutmuştu. Sayısız insanın içinde sadece ikimiz varmış gibi söyledik ağladık! Bu sefer sesli ağlıyorduk. Bir de başımı çevirdim sağıma soluma bakındım, neredeyse karşılamaya gelen herkes ağlıyordu.
Hac dönüş yolunda, kalabalıklar önünde başlayıp biten ayaküstü sohbetimiz, uzun müddet misafir odalarının birinci meselesi olarak çok konuşulacaktı muhakkak.
Her şey bizleri yoktan var eden Rabbimizdendi. Bazen kendi nefsimi hesaba çektiğimde görüyordum ki verdiğim sarsıcı cevapların farkında değildim. O cemiyet için, o an, ne elzemse onu bana söyletiyorlardı. Bunu pekâlâ anlamıştım. Sanıyorum Sultan’ım da o fikirdeydi ki ağır ifadelerimi gülerek karşılıyordu daima. Rabbim ondan razı olsun ebeden...
Namaz vakti geçmeden herkes evinin yolunu tutarken ben de müsaade isteyerek Dicle kıyısına indim. Birerli ikişerli sandallar yükleriyle evlerine dönüyordu. Sıcak bir yaz akşamı. Hafiften meltem esse de fayda etmiyordu serinlememize. Etraftaki ağaçların tesiriyle mi ne nehre yeşil renk hâkim... Kayıkların iz olarak bıraktığı çok kaynamış kuzukulağı rengindeki yayvan, gittikçe genişleyen cansız dalgalar, kırık ayna parçaları gibi yanıp yanıp sönüyordu… Sandalların acelesi yoktu, ağır ağır sallanarak geçiyorlar önümden. Kıyıda, dönenleri bekleyen aile fertleri tanıdıklarına el sallıyor, gülüşüyorlar… Ben ise suyun üstündekileri bıraktım altındakileri merak etmeye başladım elimde olmadan. Derin sessizlik içinde, suyun dibindeki dallı budaklı kayaların arasına mı girip sabahlıyorlardı onca mahlukat? Yoksa onlarda istirahat denen şey hiç yok muydu?
Daha önce gördüğüm balıkçıları hatırladım. Sabahtan beri mücadele veren baba, acaba ne yaptı? Eli boş mu döndü çıktığı balık avından? Pırıl pırıl devesinin üzerinde altın sırma süsleriyle ağır ağır, muhteşem bir kalabalıkla ilerleyen zengin, cömert, asil kisvesiyle yine ahali arasında dolaşır mıydı Sultan'ım? Yoksa altın, zümrüt, inci, mercan, sedef ve bunların üzerinde gece lacivertliğinin sarıp sarmaladığı yanıp yanıp sönen sarayının hasreti içinde olduğundan dolayı konuşulan her şeyi unutur muydu?
O yüzden mi ne pek düşünceliydim.
Gözleri hep yaşla dolar,
Benim gibi garip olan.
Saçını başını yolar,
Benim gibi garip olan.
Söyler dili ağlar gözü,
Fikri, zikri, birdir özü,
Hiç kimseye etmez nazı,
Benim gibi garip olan.
Bitmez bende keder elem,
Ecel ere bir gün ölem,
Yer altında varsa bilem,
Benim gibi garip olan.
HOCA dolaşma avâre,
Bulunmaz derdine çâre,
Nasıl kavuşacak yâre?
Benim gibi garip olan.
DEVAMI YARIN