“Hangi devirdeydik?” sualini çok soruyordum kendime!..

A -
A +

"Benimle evlenmek isteyen hâli vakti yerinde o kadar mütedeyyin aile çocukları vardı ki 'Elimi sallasaydım ellisi…' derler ya..."

 

 

 

Ah! Akılsız başım ah! "Yakışıklı, uzun boylu, esmer, artist gibi biri…” diyor, başka bir şey demiyor, düşünmüyordum da... Oysa benimle evlenmek, yuva kurmak isteyen hâli vakti yerinde o kadar mütedeyyin aile çocukları da vardı ki, “Elimi sallasaydım ellisi…" derler ya o kabilden hani.

 

İyi kötü güzelliğimle, giyim kuşam ve ailemle herkesin dikkatini çekecek kadar da gösterişli sayılıyordum. “Ekmek elden, su gölden…” tarzı yaşadığım için, evlenip gittiğim yerde de aynısı olacak sanıyordum. Anacığımın gözümün içine sokmaya çalıştıklarını, başıma gelmeden anlamam mümkün değildi. Diğer bir ifadeyle, “aklıselim" dedikleri şey bende hepten kapalıydı, ya da hiç yoktu; gözlerim kör, kulaklarım sağırdı sanki… Ne etrafımda olup bitenleri görebiliyor, ne de işitebiliyordum. Kapılmıştım bahtımın rüzgârına… Bir yaprak gibi hayallerimin peşinde savruluyordum.

 

 

 

Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına,

 

Ey ufuklar diyorum, yolculuk var yarına!

 

Ayrılık görünmüşken yâr tutmuyor elimden,

 

Misafirim bugün ben gurbet akşamlarına!

 

 

 

“Âşığım âşığım...” diye diye kara sevdalımın peşinden koşuyordum hep. Biri bir şey mi dedi? Bende cevabı hazırdı, diyeni bin pişman ediyor, anında susturuyordum. Bir başladım mı; "Ama ardı sıra koşulası şeydir bu aşk denilen şey! Dünyanın süsü, her şeyi… Onsuz hayatı yaşamak mı sanıyorsunuz be hey otlar!” diyordum, çekinmeden. Aşk, dilimizi, dilim dilim etse, ağzımızı dağlayıp yaksa, kalbimizi lime lime kesip doğrasa, Mecnun gibi çöllere düşürse, serseme çevirip deli-divane etse, hatta mahpuslara koysa, ucunda ölüm bile olsaydı da hiç duraksamadan, tereddüde düşmeden peşinden gidiyordum yine de...

 

 

 

Mutlak var bir gayesi;

 

Bizimki aşk hikâyesi,

 

Biraz;

 

Film gibi siyah beyaz,

 

Çoğu;

 

Gözyaşı, acılar topluluğu!

 

Azı ümit ve itiraz…

 

Arkası; bahçesi kiraz!

 

Alev gibi tutuşup yakan,

 

Unutulmaz hatıralar bırakan!

 

Ateşle su, dikenle gül gibiyiz,

 

Kara sevdanın dibiyiz!

 

Bu dünya hepimizin,

 

Bu hatıra ikimizin,

 

Hiç üzülme ağlama,

 

Sen gülümse daima.

 

 

 

Dilimde pelesenk olmuştu böyle acayip şarkıları aranje edip söylemek. Bu hususta yalnız da değildim hani. Neredeyse bütün sınıf arkadaşlarımız aynı benim gibi düşünüyordu. Hem onlara karşı aykırı bir iş yapmak ne mümkündü! Derhal reddeder, hesaba çeker, en ağır ithamlarla da infaz edip asarlardı!

 

“Hangi devirdeydik?” sualini çok soruyordum. Hayat güzeldi. Ömrünü dolu dolu yaşamak isteyen cıvıl cıvıl ve bir o kadar da masum genç olarak niteliyordum kendimi. Bu da tabii hakkımdı. Bütün barlar, pavyonlar, türkü evleri, çayhaneler, meyhaneler, kafeteryalar, müzikholler biz gençlere çalışıyordu. Yetmiyor, televizyonlar, cep telefonları, moda evleri, dünya şirketleri hizmetimizdeydi. Nefsimin arzu ettiği her şeye çok kolay ulaşıyor, zorlanmadan buluyordum istediğim mekânı ve imkânı da... DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.