Harun Reşid, tenezzül edip uğramış, bizi şereflendirmişti

A -
A +

Sultan’ım, anlattıklarımın pek tesirinde kalmış olmalı ki “Bu bana yaptığın nasihatleri Bağdat ahalisine de anlat  Behlül...” dedi.

 

 

 

Çimenler temiz, görünümleri iyi, evler, bahçeler, tarla, çayır ve bostanlar birbirinden güzel, etraf tertemiz. Benim kulübem onların yanında kayboluyor. Buna rağmen Harun Reşid Sultan’ım tenezzül edip uğramış, bizi şereflendirmişti.

 

Bu anlattıklarımın pek tesirinde kalmış olmalı ki “Bu bana yaptığın nasihatleri Bağdat ahalisine de anlat  Behlül...” diye ısrar etti.

 

Baktım bir gün Bağdat’ta tellallar bağırıyorlar: "Behlül Dânâ şehrin en büyük camisinde vaaz verecek! Duyduk, duymadık demeyin! Harun Reşid Sultan’ımız da teşrif edecekler!”

 

Halk bu ilân üzerine tarif edilen en büyük cami-i şerife toplandı. Vaaz mı vereceğim… Yoksa bir delilik mi yapacağım? Ne yapacağım tam bilemiyorum. Halk o gün ne olacağını pek merak ediyorlarmış.

 

Derin âlim bildikleri Deli  Behlül Dânâ'yı dinlemek için camiyi lebalep doldurduklarını duyunca daha bir heyecanlandım. Bağdatlıların yoğun alâkasından dolayı izdiham yaşanıyormuş...

 

Uzaktan baktım. Hakikaten halk, sokak ve meydanlara kadar taşmıştı... "Vaaz olacak,  Behlül Dânâ sohbet edecek…" diye pürdikkat beni bekliyorlar…

 

Bilerek meşgul oldum, geç kaldım. Cemaat “Namaz yaklaştı! Ne gelen var ne giden…” deyip iyice sabırsızlaşmışken hazırladığım malzemeyle Cami-i şerifin kapısına dayandım. Cemaat omzumda bir su terazisi, bir tarafında bir kova su, öbür tarafında yine bir kova su, camiye girince “Deli ne olacak! Başka ne bekliyordunuz?” deyip pek şaşırdılar. İnsanların dediklerine aldırmadan safları yara yara geçip mihrap tarafına vardım. E’ûzü Besmele çektim, Sevgili Peygamberimize salat ve salâm getirdikten sonra bir âyet-i kerime, bir de hadîs-i şerif okudum. Bütün homurtular kesilmiş, gözler bana çevrilmişti. “Söylenenler iyi de, hoş da bu su dolu kaplar da neyin nesi?” dediklerini duyuyordum. Tam bu esnada ben de sesimi yükselttim:

 

“Ey Bağdatlılar! Ey Ümmet-i Muhammed! Şu gördüğünüz kova, dünyadır! Ey cemaat! Şu kova da âhiret!” Ayağa kalktım su taşıma düzeneğimi yeniden omuzlarıma aldım. Bir tarafa biraz eğildim. ''Şimdi ben dünyaya eğildim” dedim. Tabii o tarafa eğilince diğer tarafındaki kovadan su dökülüverdi, bunun üzerine; “İşte âhiret nasibimizi zâyi ettik!” dedim. Bu sefer öbür tarafa eğildim, diğer kovadan su döküldü; “Bu sefer de âhirete eğildim, dünyayı ziyan ettik!” dedikten sonra, kovaları dengeye getirdim ve ilâve ettim:

 

“Ey cemaat! İşte hayat imtihanı bu! Dünya ile âhireti böyle dengede tutabilirseniz mesele yok. İkisini de ziyan etmezsiniz ama bir tarafa eğilirseniz diğerini kaybeder, yitirirsiniz! Bütün vaazım bundan ibarettir!” diyerek suları dökülmeyecek bir köşeye koydum safa geçiyordum ki Harun Reşid Sultan’ım ayağa kalktı, bana doğru geldi, anlımdan öptü, ağladı. Sonra cemaate döndü “Herkes  Behlül’ün vermek istediği dersi anlamış mı bilmiyorum! Yalnız ben çok ibret aldım!” diyerek gözyaşlarını sildi…

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.