Hasan’ın yüzünün rengi uçmuş, beti benzi kül gibi olmuştu!..

A -
A +
Oğlunun bu hâlini gören anacığı, düşmemek için dünürünün kolundan tuttu!..
 
       AĞIR HASTA!..
Öyle bir tabloydu ki unutulacak gibi değildi. Asker Hasan’ın yüzünün rengi uçmuş, beti benzi kül gibi olmuş, derisi kavlamış, dudakları morarıp çatlamıştı.  Yüzüne bakılacak gibi değildi. Kirpiklerinin her birisi uzamış saç gibi olmuş, gözleri içeri çökmüş, elmacık kemikleri iki baştan ileriye doğru çıkıvermiş, şakakları çökmüş, yanakları, iki solgun güle dönmüş, iki taraftan mengeneyle sıkıştırılmış gibiydi. O geniş, pürüzsüz alnı fırlamış neftî damarları; topraktan dışarı çıkmış ağaç kökleri gibi uzaktan fark ediliyordu. Kafası boynuna ağır gelmiş, dik tutamıyor, göğsü çökmüş kaburgaları sayılacak kadar belli, omuzları iki değnek gibi yukarıya doğru yükselmiş vaziyette, canlı iskelete dönmüştü sanki…
Genç bir delikanlıdan eser yoktu. Pehlivanlığı, kuvveti hepten gitmiş bîtap düşmüştü!
Biricik oğlunun bu hâlini gören anacığı sendeleyip düşmemek için dünürünün kolundan tuttu. Titrek bir sesle “Evladım, Hasan’ım” diye inledi. Ağlıyordu derinden derinden! Gözyaşlarını içine akıtarak hem de… Civan Hasan’ı bir de anacığının telaşını görüp üzüntü üzerine üzüntü yaşamamalıydı. Bunun ne demek olduğunu analar bilirdi. Sesini zar zor toplayarak:
- Otur oğlum! Canım yavrum, evladım, yorma kendini!
- Anacığım! Dünya gözüyle gördüm ya! Ölsem de gam yemem!
- Öyle deme Hasan’ım! Nene bacın sana iyi bakar! Ben de tirit yaparım, herle yaparım kısa zamanda toparlanırsın!
- Anacığım! Kaderde bir daha görüşmek varmış!
- Fazla konuşup yorulma Hasan’ım! İstirahat et, sonra soracağımız çok şey var! Rahat et, olur mu?
- Peki ana…
- Soyun, evvela elbiselerini değiştirelim…
- Kolumu kıptırtmaya hâlim yok!
- Ah evladım! Canım benim! Seni böyle yapanların elleri kırılsın!
- Bedduâ etme ana! Takdir-ı ilahî!
- !!!
Ana yüreği, dayanılacak gibi değildi. Sadece yutkundu. Yaşlı gözlerinde dökülen inci taneleri, damlalar, sağanağa dönüşmüştü. Nene’nin yardımıyla soyundurdular bîçareyi. O zaman işin vahameti daha açık göründü; tek kelimeyle, sefalet. Bir kemik külçesi hâlindeydi asker Hasan! Bütün Osmanlı eratı hep böyle miydi acaba? Söylenecek söz yoktu.
Çeyiz sandığını ne zamandır açmıyordu Nene. El emeği, göz nuru; Mehmet’i için yaptıkları vardı. Onlarla karşılaşmamak istiyordu lakin şimdi durum farklıydı. İçinden “Bismillah” çekti. Yiğidinin iç çamaşırlarından daha kalın ve yumuşakça olanlarını seçti, yün kazak, yün çoraplarından aldı, kokladı, yüzüne sürdü. “Mehmet’imin kokusu var” derken gözünden süzülen yaşlara mâni olamadı. “Sulu gözlü olduk” deyip sildi.
Hislerini belli etmeden odaya girdi. Önce kardeşinin yaralarını temizledi, merhem sürdü, sardı, sonra da incitmeden giydirdi. Kendisi için hazırladığı odaya en kalın döşeklerden nefis bir yer yaptı, itinayla yatırdılar Hasan’ı.
DEVAMI YARIN
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.