"Hatamızı anladık, yerden göğe kadar haklısın Hocam"

A -
A +
Hocanın köşke geldiği haber verilince Veli Efendi bir köşeye çekilmiş ve suratını asmış. Hoca’yı huzura çıkarmışlar ama Veli Efendi “dargın adam” rolü oynuyor ve hiç bakmıyormuş. Hatta arkasını dönüyormuş. Hoca, büyük bir mahcûbiyet içinde:
“Beyefendi! Ben sana ne kadar “nah nah” dediysem hepsi bana olsun, sana ne kadar hakaret ettiysem hepsi de bana...” demiş. Veli Efendi “O kadar sabrettin, neticeyi de bekleseydin ya! Seneye yine beklerim, istersen buyur” demiş. Tabii hocanın yüzü yok ki bir daha gidebilsin…
- !!!
- Anlatılan kıssadan hisse hadise bu.
- Hakikaten olmuş mu?
- Hocam, “aynen yaşanmış” dedi.
- Bize alabileceğimiz hisseler çok ama, alacak takatimiz yok Lütfü Hocam! Fazla da üzerimize gelme! Tamam hatamızı anladık! Haklısın hem de yerden göğe kadar!
- Estağfirullah! Hani söz ola kabilinden...
                          ***
Şu âlemden geri dönüp bakmadan,
Gidesim var, gönül yıkıp yakmadan!
 
Yaşıyorken dünya ölsün gözünde,
Anlamı kalmaz zaten öldüğünde.
 
Coşunca vurup kalbimi sırtıma,
Gitmezsem eğer bakma suratıma.
 
Şu âlemden geri dönüp bakmadan,
Gidesim var, gönül yıkıp yakmadan!
                         ***
              ŞAM’DA TUZAK!..
Canım şair kardeşim Kenan Bey, ta Olur’dan kalkmış, Narman Sütpınar Köyüne gidip ziyaret etmiş. Aşağıdaki şiiri de Hacı Babam için yazmış:
Bir akşamüstüydü, ona giderken...
Dönmem gerekirdi, sabahtan erken...
Dağ taş âmin dedi, duâ ederken...
Bir gece ömrüne, mihman olduğum!
                    Kenan Ergün (Ebuzer)
                    ***
1967 senesi, Nisan ayının ilk haftası. Ağır ve yorucu bir koşuşturmanın sonuna gelinmişti. Hurmalar, zemzem bidonları otobüslere yüklenmiş, hacıların son veda ziyaretlerini yapıp dönmesi bekleniyordu.
Medine-i münevvere ufuklarından, silkinip uyanırcasına ağır ağır gümüş bir tepsi gibi dolunay batarken, yerini şafak kızıllığı alıyordu.
Daha biraz önceye kadar ayaklarını uzatıp oturmaya hayâ ettikleri Mescid-i Nebevî’ye baktı. “Nasıl bırakıp giderim?” dedi, gözleri doldu Lütfü Hocanın. Bulutsuz semayı baştan aşağı kaplayan yıldızlı lacivertin rengini almış parlak granitten döşemelerin üzerine birkaç billurdan gözyaşı damladı, yıldız kayması gibi. Alaca karanlık içinde bir o yana, bir bu yana sallanarak koşuşturan hacıların anlaşılmaz konuşmaları ve ayak tıkırtılarından maada hiçbir ses duyulmuyordu…
Müezzinlerin, “Allahü ekber! Allahü ekber!” nidaları, minarelerden yükselmeye başladığında, hacıların telaşı da artmıştı. Oluk oluk insan akıyordu her taraftan Nurlu Mescide doğru. Bunlardan biri de Lütfü Hocaydı. Başını kaldırdı, semaya baktı. “Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz de nazar etmişti…” dedi, iyice hüzünlendi.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.