"Hayatımız sabır işidir, imamlık ise hepten sabır demektir..."

A -
A +
Akşam namazı için girdiği camide kimsecikler yoktu. Baştan aşağı buz kesildi. Hocasının müşfik sözü kulaklarında yankılanıyordu...
 
 
Allah muhafaza; kar, kış şimdi olduğu gibi bir başladı mı, elin ayağın bağlanır en az sekiz ay…” diye düşünüyordu hep…
Bütün günahlardan kaçtığında ondan eksileceğini zannederken teslim olduğu Mübarek hocasının kapısında yığıldığını hatırladı. Önce nefsiyle mücadele edip manayla bilediği sözlerini, sonra bütün nasihatlerini yapmak için çırpındı durdu. Bu kadar yalnızlığın arasında, sayamadığı zikirleriyle acaba, boyunu aşan işlere mi talip olmuştu da haberi yoktu. Aklına neler geliyordu bu kış akşamında? Âdemoğullarının günah bataklığına mı saplanmaktan korkuyordu? Yoksa, yeniden rehber bulmaya mı ihtiyacı vardı?!.
Akşam namazı için girdiği camide yine kimsecikler yoktu. Baştan aşağı buz kesildi. Hocasının müşfik sözü… yine onun sesi kulaklarında yankılanıyordu; “Hafız Lütfü bütün hayatımız sabır işidir, imamlık ise hepten SABIR demektir. Kıymetli olanın düşmanı çoktur, en kıymetlinin ise daha fazla…” Hocasını hatırladığından mı, söylediği kalpten kalbe akan cümlelerinden dolayı mı, yoksa başka bir şeyden mi ne acı bir iniltiyle başladı gözlerinden yaş akmaya. Bu kaçıncı ve hangi Habil-Kabil mücadelesinde Kabil’in yanında yer alan NEFSİNİN şerrinden bizardı. Onun gibi kabarmış damarlarında hiddeti gezdiren, aklını başından alıp zehirleyen düşman değil miydi?
Onun şaşırmışlığı; dolu bardağı bir anlık hiddetle taşırmışlığından değil; hayalden, hülyadan kurtulmadan hocasını yakınında hissetmekten ötürüydü. Bütün yaşadığı musibetler ve başına gelenlerle, söylenenleri yan yana koydu, fikir yürüttü. Aklının, o mübarek insana “Allah muhafaza…” ihanet etmesinden, bu seçilmiş hayatının tersyüz olmasından korkuyordu. Onun için kendini hepten unutmuş, o olmuştu. Onu ezen şey, mübarek hocasına layık olup olmamayı çok düşünüp durmasındandı…
             ***
Bugüne gelmesinde mühim olanı, kalbine koymaya bakarken, karmaşıklık ve kargaşanın uçurumunda debelenip yalpalaya yalpalaya ayaklarını sürüyordu evine doğru. Ömrü hep ev cami arasındaki yollarda geçiyordu. “Hiçbir şeyime güvenmiyorum; ne ibadetlerime, ne hafızlığıma, ne çektiğim tesbihlere, ne yaptığım zikirlere… Yalnız cami-i şeriflere çok hizmet ettim. Yarın Mahşerde Rabbim bana sorduğunda; yâ Rabbel âlemîn! Boynum bükük, sadece mescitlerini sildim süpürdüm, Çok tozlarını yuttum, onlarla huzuruna geldim…” deyip imdat dileyeceğim…
Bu silsilenin nihayetinde bildiği, bilebildiği bütün yaratılmış güzelliklere karşı duran, ayak direten nefsi ve onun şerri ve hiçliğe karışmış zehri, haddinden fazla duygu yüküyle dolunca morarmış damarlarından defetmeye çalışıyor, lakin ne kadar muvaffak olduğunu kestiremiyordu.
İnsanın fıldır fıldır değişen halet-i ruhiyesini, hissiyatını tam anlamayı; oldu olası bildiğinden emin değildi. Tek öğrendiği; kadim zamanlarda insanların yaşadığı kadim hüzün, kadim sevinç, kadim korkuların herkeste olduğuydu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.