Yatılı imtihanın neticesini öğrenmek için sanki bütün veliler, çocuklar işi gücü bırakmış oraya üşüşmüştü.
Güneşte kavrulmuş ellerim çatlak çatlak, yüzüm pul pul, ter ve tozun karışımı biri olmuş çıkmıştım. Yorgun argın kalabalığın arasından, utana-sıkıla ve biraz da korkarak listenin asılı olduğu kapıya doğru yanaştım. Kalbim neredeyse duracak gibi küt küt atıyordu. Okuyup-okuyamama durumum burada belli olacaktı. Nefesimi tuttum, büyümüş gözlerle kapı camına yapıştırılmış küçük teksir kâğıdını okumaya başladım.
Evet, yanlış görmüyordum. O birkaç satırlık yazıda benim ismim de geçiyordu. Heyecandan bir hoş oldum, kulaklarım kızardı!
Arkadaşlarımdan tebrik edenleri bile duymuyordum. Kısa zamanda oradakilerin kahramanı olmuştum. Herkes birbirlerine işaret ederek beni gösteriyordu.
“Helâl olsun Koçkans’ın hocasının oğluna!” “Babasının oğlu... “
“Çalışmış o da!” “Bizimkiler sanki ot yemişler...” “Zakkum olsun!”
“Verdiğim emekler yüzüne, dizine dursun!”
Bazı veliler de; “O torpilli, torpilli!” “Babasının arası muallimlerle iyiydi iyi...” diyerek söyleniyordu.
Bir başkası; “Babası muska falan yapmıştır, yoksa o sünepe nereden yatılı imtihan kazanacak! Baksana kılığına, uyuz merkeplere benziir.”
Daha neler neler?..
Kimseye aldırmadan çarşıya çıktım. Sütpınar köyünde lakabı “Cendek” olan Dursun Dayıyla karşılaştım, atı yedeğinde, belli ki köye gidiyordu.
Durumu anlattım; ikinci imtihan için Gümüşhane’ye, mülâkata gideceğimi söyleyerek beş lira daha istedim. O da seve seve “O yetmez evlat, bunu da al. Ben babandan alırım!” diyerek on beş lira verdi ve:
“Ben köye müjdeyi götürürüm! Hadi uğurlar ola. Yolun açık olsun hocamın oğlu…” diyerek vedalaştık.
Yatılıyı kazandığımın haberi gidince annem nihayetsiz memnun ve mutlu olmuş, fakirlere birçok hediyeler dağıtmış.
Babama gelince; sevinecek yerde fena hâlde üzülmüş. “Ya bu çocuk gidip dinini-imânını muhafaza edemezse, hâlim nice olur?” diye söylenip duruyor, fakat bir şey de yapamıyormuş.
Canım nineciğim ise:
“Hoca olmuşsun Allahü teâlânın emrini bilen birisisin. Yersiz kederlenme! Babanın-ananın duâsı reddolmaz, duâ edelim ve de tedbir alalım evladım!” diyerek hesapta olmayan bir fikir ortaya atmış.
- Duâ tamam da tedbir ne anacığım?
- Tedbir; Ragıp’ımı baş-göz etmek!
- Nasıl, o daha çocuk?
- “Gelinim hazır” diyen de sen, “Onlar daha çocuk” diyen de!
- Bak anacığım kaç sene önceki sözümü unutmamışsın! Çok fenasın çok!..
Burçak resimli, sade, gösterişsiz entari giyen ihtiyar ninemin gülen fincan gibi kocaman gözlerinden iri iri sevinç damlaları dökülürken, anacığım sessiz oturuyor, nereden geldiği belli olmayan rüzgâr, beyaz tülbentini tir tir titretiyor; balmumuna çalan yüzünü açıp açıp kapatırken nenem;
“Başka şansımız yok a evladım! En kısa zamanda helâl süt emmiş birisini bulalım. Aslını-neslini bildiğimiz o kadar kız var çevremizde, evlendirelim gitsin… Ata binen Top yolunu aşmadan biz aşalım…” diyerek annemi-babamı erken evlendirme mevzuunda acele etmelerine ikna etmiş… DEVAMI YARIN