Nefise Doktor:
- Şu fâni dünyayı iyi tanıyalım, nerede ne yapılacağını öğrenelim; hem buranın hem de ahiret hayatının en güzeline talip olalım. Allahü teâlâdan en güzel nimetleri isteyebildiğimiz kadar isteyelim. Büyüklerimiz buyururlardı: “Vermek istemeseydi, istek vermezdi…” diye. Her şey bizi yoktan yaratan Rabb'imizden. Huzur ve saadetle dolu olmayı çok isteyelim, çok da gayret edelim. Bundan sonraki hayatımızı geçmiş tecrübelerinizin ışığında yeniden güzelliklerle inşa edelim. Bütün kalbimizle “İyi ki uyanmışım…” diyelim, biz de başkalarının ebedî huzuru için çalışalım Jale Hanım Kardeşim.
- Yani hem uyanalım, hem de uyuyanları uyandıralım!
- Usulünce tabii. Fincancı katırlarını ürkütmeden.
- Sizde öyle sözler var ki Doktor’um! Fincanı anladık da katırla ne alâkası var?
- O bir deyim.
- Deyim olduğunu biliyorum. Lakin kelimeler bu devirle alakalı değil.
- Bizler bilmeyiz ama büyüklerimiz yakinen yaşamışlar. Eskiden fincan, bardak, tabak, fanus gibi kırılabilecek cam, porselen gibi eşyalar katırlarla köylere kadar taşınırmış. Bu işleri yapanlar “çerçi” diye isimlendirilen bir nevi seyyar tüccarlarmış. Böyle hassas yükü taşıyan katırı ürkütünce ne olur? Çok korkar kaçar. Kaçınca da bardak, tabak, fincanların vay hâline!
O yüzden katırları ürkütmemeliymişiz, illa ürküteceksek, samancı katırlarını ürkütelim, nasıl olsa balyaları yeniden toplayıp katırlara yükleyebiliriz.
Umumiyetle birtakım şeyleri bazı insanlardan saklamak lazım geldiği zaman kullanılıyor bu deyim. Ben de o maksatla söyledim. Tabii ki zararı dokunacak bir kimsenin hoşuna gitmeyen bir davranışta da bulunulmamalı, hassas konulara değinilmemeli, kişilere zarar verecek hareketlerde bulunup onların öfkelerini üzerine çekmemelidir.
- Çok fenasın doktorum! Bu arada edebiyat, dil bilgisi dersi vermeyi de ihmal etmedin. Maşallah!
- Estağfirullah! Ne haddimize! Sözün gelişi öyle icap etti.
- Hadi öyle olsun.
- Her şey Rabbimizden. Bir hikmeti vardır da biz göremiyoruz.
- Neyi görüyoruz ki Doktor’um? İyi de oldu. Ömrüne bereket. Memleketimizde öyle horozlar var ki, öttükleri için; güneşin doğduğunu sanıyorlar, maalesef.
- Çok manidar bir cümle! Hayat ne gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir Jale Hanım. Ya yapman lazım gelenleri zamanında yapacak, ya da “yapamadım…” diye ağlamayacaksın. Bunun için bozuk yemekten, bozuk insandan; yılandan kaçar gibi kaçmak lazım. Unutmayalım ki ikisi de zehirler.
- Babacığım bir gün kulağıma eğilerek demişti ki: “A güzel kızım! Bozuk para insanın cebini deler, bozuk insan da kalbini. Bu yüzden ikisini de harcayın gitsin!
- Eskilerin böyle hikmet dolu sözleri çoktur. Ne de olsa bir büyük devletin, yani Osmanlı'nın kalıntılarını bizlerden daha çok görmüşler, duymuşlardır. Şimdikiler iki üç kelimeyle kuş dili konuşur gibiler, meramlarını zar zor anlatıyorlar. Bizimkileri de “çok ağır lisan” diye anlamamakta ısrar ediyorlar. DEVAMI YARIN