Hep büyük ümitlerle avutulmuştuk!..

A -
A +
Hele “Bitirim”lerle beraber olunca daha da yükselirdi sesimiz, sanki kavga ediyormuşuz gibi konuşur, gülüşürdük. Elimde değildi, ne görüyorsak onu yapıyor, öyle de yaşıyorduk.
 
Hep büyük ümitlerle avutulmuştuk “Yarınlar sizin…” şarkısını söylerdik. Hep “yarınlar, yarınlar, yarınlar” der dururduk…
 
İstikbal; siz çocukların,
Hükmedeceksiniz yarın…
Kendinizi yetiştirin!
Mutlaka yarınlar sizin…
 
Her yan çocukla dolacak,
Gülücükler dağılacak,
Muhabbetle kucak kucak,
Yarınlar sizin olacak…
 
Anlatmak istediğim; başta ebeveynlerim olmak üzere bize ait, kendi medeniyetimize dair kimseden bir şey görmedim, duymadım ve de öğrenmedim. Bilmem anlatabiliyor muyum? Hakikat buydu bütün çıplaklığıyla!
 
Bunları yaşamış birisi olarak kılı kırk yarıyor, şimdi evlatlarımı sokağın akışına göre değil de maddi ve manevi aydınlıklar içinde yetiştirmek istiyordum. Tanju’suz gücüm kuvvetim kâfi gelmediğini hissediyor, onun için de daha fazla üzülüyordum. Oysa hem evlatlarımın indinde hem arkadaş çevremde “kuvvetli irade sahibi” biri olarak görünüyordum. Bilselerdi ki gün karanlığa döndüğünde yüzünü, güneşin ufuktan öteye göç edişini seyretmeye bile mecalimin olmadığını kim bilir ne derlerdi?
 
Elleriyle lambalarını yaktığında koca şehir, geceyi, leziz bir çay gibi demlerdi Tanju. Ben ise onsuzluğun burukluğu ve tarifsiz acısıyla günün ışımasını bekleyip duracaktım nice karanlık gecelerde ve tek başıma da kimsenin
haberi olmayacaktı.
 
Gece, galiba bana acıdı, sessizliğinden utandı da göğsüme kurumuş gülün yapraklarını düşürüverdi. Yavrularımın Anneler Günü’nde getirdikleri bir dal gül bıraktığım yerde kurumuş kalmıştı. Aldım elime öptüm kokladım hem Tanju’mun gülleri niyetiyle hem de canlarımın hediyesi diye…
 
Beklemek böylesine ağır bir şeymiş ve kimseciklerin haberi bile olmuyormuş. Gün, o kendine has ihtişamıyla yorgun bedenimi kızıla boyadığında, tatlı bir söz, güzel bir gülüş ve iyi niyetten maada bir şey beklemiyordum kimseden. İçten, sımsıcak bir gülücük, bütünüyle değiştirecekti dünyamı. O da Tanju’mda ve çocuklarımda fazlasıyla vardı.
Bir süredir biriktirdiğim düşünceler, kırgınlıklar, serzenişlerim içimden dışıma taşıyordu. “Nasıl atabilir, nerede, kime, ne diye gösterebilirdim bunları?” diye düşünüp duruyordum.
 
Oturduğum yerden göz ucuyla etrafımı inceledim. Her yer Tanju’yla doluydu… “Anla beni lütfen sen de…” diyor hâlâ. Sanki içimdeki her düşünceme sessizce isyan ediyordu. Birileriyle ortak bir yerde aynı şeylere üzülüyormuşum gibi hissediyorum. Hepimiz emek ve ehemmiyet verdiğimiz yerden kırılıyorduk maalesef. Kıymet verdiklerimiz tarafından yeise düşüyor, umursamadıklarımız tarafından umursanıyorduk. İşte bu yüzden; bugün söyleyemediğim her sözü, her kırgınlığımı bir çantaya koymadan, öylece kendimi yok sayarak alıp başımı uzaklara gitmek istiyordum. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.