Küçük İbrahim; hislerini ne kadar gizlese, yine de kendini ele veriyordu...
Abdullah, bir şey diyecekti, yutkundu, aklına ne geldiyse dürümü yerine koyarken:
- Sıcak ocağın başında olmak varken bir duvarın dibini tercih ha!
- Bugün farklı Abdullah kardeş… Pencereden değil de, doğrudan bakayım hayata dedim.
- İçindeyiz zaten!
- !!!
- Üşüyorsun ama ısınmak için de gayretin yok İbrahim!
- Sıcak demiştin ya!
- Bana sıcak gelen, sana soğuk olabilir.
- Anam derdi ki; “Kar yağınca hava sıcak olur!” Bize gidelim mi?
- Sonra!
- Hep dalgınsın! Tek başına olmaktan ne anlıyorsun?
- O bir sır!
- Hıh! Sırmış! Böyle mi sır olurmuş? Üşü, dal git hayallere, adını da sır koy! Hiç olacak şey mi?
- !!!
Nedense İbrahim işi uzatmadı, sustu.
İki arkadaş, yan yana oturuyor, karşı evlere bakıyorlardı. Küçük İbrahim; hislerini ne kadar gizlese, yine de kendini ele veriyordu. Bakışları evlerden tarafa, kafası başka âlemlerdeydi. Kedinin avına siperlenmesi gibi; uzaklarda ve derinlerde bir şey arıyordu ama gözleri kar tanelerini aşacak kuvvette değildi. Anası olsaydı "Uşaklar, göz gözü görmüyor! Ne yiyin, ne için, ne de dışarı çıkın" derdi.
"Ah anacığım! Hasretin içimi acıtıyor" dedi inledi, arkadaşına belli etmeden!
Hava gibi kafası da karmakarışık, gönlü kırıktı İbrahim'in. Yağıştan mı ne; birkaç adım ilerisi görünmüyordu, etraf sisler altında kaybolmuş gibiydi. Etraf pusluydu da içi değil miydi? İç âlemi de öyle net değil, fluydu, her şey ağır bir örtü altında saklanmış gibiydi. Zihninde neler vardı neler? "Çok karışık, karmakarışık" dedi sessizce, yanındakine döndü;
- Sen de benim gördüklerimi görebiliyor musun? dedi hafifçe, bakışlarını bozmadan. Arkadaşı merakla cevapladı anlamadığı bu suali:
- Nereye baktığını, nereden bileyim İbrahim?
- Hani; çok şey bilirdin!
- Hâşâ… Hislerin avcısı sensin!
- Nereye bakacağını bilmezsen, nerede olduğunu da bilemezsin, dikkat kesil sadece! diye fısıldadı İbrahim. Büyümüş de küçülmüş bir hâli vardı.
- !!!
Arkadaşı konuşmadı. Duruşundan nereye baktığını anlamaya çalıştı bir süre. Kalktı, arkasına geçti, tam olarak nereye baktığını yine çözemedi. Kalpağını çıkardı, başının üzerinde tutup yakından uzağa doğru gözlerini kısarak birilerini görmeye çalıştı, yine olmadı.
- Ne şimdi bu? Biz burada kendi başımıza "cıddı-bıddı" mı yoksa "yakalamaca" mı oynuyoruz?
- Aşk olsun! Ne cıddı- bıddısı… Elbet bir sebebi var!
- Öyle ya ârif olsaydık anlardık!
- Anladın, anladın da; sen de beni konuşturmak için numaralar peşindesin!
- İbrahim’i çözmek kolay mı? dedi, kalpağını yeniden başına koyarken ellerini cebine soktu, bulunduğu sütreyi adımlamaya başladı.
Akılları erdiği günden beri birlikteydiler. İbrahim’in muhterem pederi Molla Osman Efendi’den birlikte ders almış, birlikte ezber yapmışlardı. Birçok meselede tam hemfikirlilik olmasa da yine de ayrılamıyorlardı... DEVAMI YARIN