İnsanın eylülü, ihtiyarlamasıydı. Saçlarına ak düştüğünde “Kırağı yağdı” der, kışa atıfta bulunurduk.
Sonbaharda birçok şeyden birazcık da olsa vardır. Kışın ayak seslerini duyar, acelemiz varmışçasına davranır, yapamadıklarımızı bir an evvel yapmaya çalışırdık o telaşla. Başıboş, başı dolu ne sayarsak sayalım keyif ve neşelere eşlik eden, kulak verildiğinde hemen acıya, kedere dönüşüveren, hüzünler hep bu mevsimdeydi. Yaz boyunca bir damla suya hasret yanık topraklara düşen bulutun gözyaşı da ondaydı... Usulca gelip insanı bulan ayrılığın hüzünleri de…
Akıp giden hayatın içinden öyle aniden beliriveren, Aylin arkadaşımın getirdiği hasret dolu sabahların tarifsiz hüznü ondaydı. Durağanlaşmaya, sakinleşmeye, sessizleşmeye başlayan her şeyin ilk hâlleri onda. Kanat çırpmaya başlayıp uzak diyarlara doğru gitmesini bilen kuşların ilk hicretleri de bu ayda değil mi? Kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın eylüle ben “Hicran, ayrılıklar ayı” diyorum.
Herkes gönlündekine göre eylül ayına mana yüklüyordu. Kimine göre ayların en güzeli; meyvesi, sebzesi çeşitli, bolluk bereket ayı, kimine göre ayların en sancılısı, en hüzünlüsü ve en utangacı… Bazılarına göreyse hazan mevsimi. İhtiyarlığı, ölümü hatırlatan, yazın bittiği, soğukların başlayacağının habercisi olan kasvetli bir aydı eylül…
Yazarlar, çizerler, kalem ve kelâm ustası şairler de eylüle çok değişik mânâlar yüklemişler… Birçoğu sırf yazmak için beklerlermiş bu hazan ayını. Ayrılıkların, hasret dolu günlerin de başlangıcı sayılan bu ay, kısacası en renkli ay olarak bir kelebek misali gelip konuverirmiş insanoğlunun omuzlarına. Bakın Saadet Özcan Hanımefendinin kelimeleriyle eylül, nasıl bir aymış?
Eylülde ayrılık var,
Giden muhabbetli yâr,
Gözyaşımla birlikte,
Düşen sarı yapraklar.
Sen asla eylül olma,
Sakın benden ayrılma,
Kimler giderse gitsin,
Yeşil kal, sakın solma!
Olsam kurumuş yaprak,
Hem çamur hem de toprak,
Her şey gelip geçecek
Sen dur neticeye bak!
Uzattın bu sürgünü,
Zehir ettin her günü!
Eylül yaprağı oldum,
Çürürüm günü günü!
Durmadan albümü karıştırıyordum. Aylin ile o kadar çok fotoğrafımız varmış ki meğer. Şimdi daha dikkatimi çeker oldu. Fena dokundu, acayip yaktı bu ateş! Bu gidişte bitmeyecek bu yangınım. İçimdeki koru ne etsem de kolay söndüremeyecektim.
Çoğu arkadaşım bilir “Beni sevmeyeni sevmem, istemeyeni hiç istemem! Aylin seni çok seviyorum! Bu hakikati biliyorsun arkadaşım! Peki, niçin yanımda değilsin? Niçin bırakıp da gittin, niçin?” deyip isyan ediyordum acizliğimden.
Her geçen günle bir ümidim daha eksiliyor. Göçmen kuşlar gibi güneye giderken benden de bir şeyler alıp götürüyorlar. Aylin’e kimi zaman Yer’im, Toprak’ım, Gök’üm, Deniz’im diyerek hitap ediyordum. Ben diyeyim çocukçasına, siz deyin delicesine bir muhabbetti bizimki…
DEVAMI YARIN