"Ben o kadar incelikten anlamam Sultan’ım. 'BİR KOLTUKTA İKİ KARPUZ TAŞINMAZ!' Ya dünya ya ahiret? Hesabını ona göre yap!"
Behlül:
- Etrafına ibretle bakacak olursanız çok rahat anlayacak ve pek de şaşıracaksınız Sultan'ım: Şu iki ayaklı mahluk; canavar mı desem, insan mı ne? Tam emin değilim! Yeryüzündeki en derin uykuda olan mahluktur bence.
- Yani insan, uyuyan iki ayaklı hayvan mı demek istiyorsun?
- Ah Sultan’ım!
- Tamam! Seni fazla zorlamayayım, anladım anlayacağımı. Bir beyit okuyayım Behlül, ne demek istediğimi anlarsın:
Herkes dost gibiydi, siz yabancıydınız bana,
Şimdi herkes yabancı, yalnız sen dostsun bana.
- Ben o kadar incelikten anlamam Sultan’ım. "BİR KOLTUKTA İKİ KARPUZ TAŞINMAZ!" Ya dünya ya ahiret? Hesabını ona göre yap!
- Hesabımı düzeltmek için peşine takılıyorum Behlül!
- Rabbim mahcup eylemesin Sultan'ım! Bir insan işlerini ya Allah rızası için yapar, ya da kullar beğensin, takdir etsin diye... Güveneceği, sığınacağı yer sağlam olmalı, yoksa...
- Eee yoksa...
- Aklıma bir köle ve sahibi hikâyesi geldi.
- Neymiş!
- Belh civarına bir sene neredeyse hiç yağmur yağmamış. Toprağın susuzluktan şerha şerha yarılıp çatladığı ağır kıtlık başlamış. Bütün ahali açlık ve susuzluktan dolayı pek kederliymiş, çaresizlikten ne yapacaklarını bilemiyormuş. Şakik-i Belhi hazretleri, herkesin kara kara düşündüğü bu günlerde, zengin bir adamın kölesinin neşeden oynadığını görünce taaccüp etmiş. Ona “Millet açlık endişesiyle kara kara düşünürken seni böyle neşelendiren de ne, neyine güveniyorsun be adam?” diye çıkışmış ve sebebini sormuş. O köle, yine aynı neşeyle cevap vermiş:
"Benim efendimin yedi köyü var! Her ihtiyacımızı bol bol karşılıyor. Niçin tasalanacak mışım ki?"
Köleden aldığı cevaptan sonra Şakik-i Belhi hazretleri, kıtlıktan muzdarip talebelerine dönmüş: “Ey akıllı kardeşlerim, aklımızı başımıza toplayalım, kendimize gelelim! Duydunuz, bir köle bile efendisinin yedi köyüne güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor. Dünyadaki bütün köylerin, şehirlerin, kâinatın sahibi ve her canlının rızkına kefil olan Allahü teâlâya bu nasıl tevekkül ki biz, hâlâ rızk endişesi içindeyiz?”
- Bir nasihat daha isterim Behlül.
- Peki Sultan’ım. Bu nasihat da manzum olsun:
Acı sulu, içilmez,
Pınarlara benzeme!
Üzerinden geçilmez,
Sarp dağlara benzeme!
Zulmü her gün gelişen,
Sözleriyle çelişen,
Dünya peşine düşen,
Sultanlara benzeme!
Durup aniden coşan,
Mâni demeyip aşan,
Bendini delip taşan,
Sel sulara benzeme!
Her tarafı bozulan,
Kiliseye yazılan,
Duvarına kazılan,
Yazılara benzeme!
Mazlum üstüne çöken,
HOCA’ya dudak büken,
Çevreyi kırıp döken,
Zorbalara benzeme!
SUDAKİ ELMA...
Sanki lâl olmuştum. Ağzım var, dilim yoktu. Yaz sıcaklarının en çok tesir ettiği günleri yaşıyoruz. Gölgelerin iyiden iyiye kısaldığı vakitler, yani kızgın bir nar topu gibi güneşin tam tepemizde, huzmelerini birer ok gibi üzerimize üzerimize gönderdiği vakit… DEVAMI YARIN