Ovayı keskin bir sınırla bitirip ufka doğru uzaktan görünen ormanı kaç defa aşmış gelmişti. Bir hatırası aklına geldi...
Lütfü Hoca, Ağagil’in Hafızın evine giderken temiz havayı, ciğerlerini şişirecek kadar içine çekti. Mis gibi hava buram buram temiz kar kokuyordu. “Kar havasının kokusu mu olurmuş” demeyin? Olur ama tarif edebilecek birisinin olacağını sanmıyordu. Uzun zaman kaldığı büyük şehrin pis havasına aşinaydı o. Temiz havadan başı dönmeye başladı veya ona öyle geliyordu.
Verintap, diğer köylere göre Narman’ın en yüksekte olan köylerinden biriydi. Ama çok ferah bir yerdi… Önünde uzanan bembeyaz ovadaki tarlalar bereket fışkırıyordu. Fazla ağaç da yoktu. Hiç teknoloji eli değmemiş buraya, eğer değmiş olsaydı çevredeki bu verimli topraklar, ambarlarca mahsule ve daha sağlam binalara dönüşmüş olabilirdi. İstanbul’da tahsil görmüş ondan maada kimsenin daha önce buraya ayak basmadığını bilmek; içinde hoş bir hürriyet hissi uyandırıyordu hep.
Ovayı keskin bir sınırla bitirip ufka doğru uzaktan görünen ormanı kaç defa aşmış gelmişti. Orman, mühim bir hatırasını aklına getirdi. “Hey gidi günler hey! Bugün bundan başlayalım…” diyerek Ağanın Hafızın evinden içeri girdi. Hoşbeşten, hâl hâtır sorma merasiminden sonra nefis börekler yenildi. Çaylar dökülürken sohbete de başlandı.
- Muhterem komşular; buraya gelirken takriben on sekiz, on dokuz sene önce on dört, on beş yaşındayken yaşadığım bir hatıram aklıma geldi. İsterseniz sohbetimize onunla başlayalım. Duruma göre dilerseniz diğer hatıralarla devam ederiz inşallah.
- Olur Hocam! Biz sizi dinlemek, müşküllerimizi halletmek için çağırıyoruz. Nasıl isterseniz öyle olsun.
- Çok teşekkür ederim. Tahminime göre 1938 veya 39 senesiydi. Bir güz günü, Ramazan-ı şerife iki üç gün vardı. Merhum babacığımla burada Sağır Hocamlarda misafir kalmış, ertesi gün ormandan yaylaya, oradan da Topyolu’ndan aşmış, Pasen tarafına geçmiştik. Kızlarkale’de bir gece dinlendikten sonra babacığımla yollarımızı ayırmıştık. Bir ay ayrı ayrı köyleri dolaştık. Bayramın birinci günü de yine aynı yollarla dönmüştük.
İlk defa uzun ve zahmetli bir yolda tek başıma yolculuk yapıyordum. Anlatılan yol hikâyelerinden olsa gerek oldukça da korkuyordum. Issız dağ başları, derin uçurumların bulunduğu coğrafya parçasında ne kadar bağırsam sesimi duyuracağım bir Allah’ın kulunu bulmam imkânsız bir şeydi. Yani korkmam için çok sebep vardı. Verintap’ın yaylasına geldiğimde iyice de yorulmuştum. Hep babamı düşünüyordum. “Nerede kim bilir hangi yollarda ne sıkıntılar çekiyordur?” diyor, üzülüyordum hem kendi garipliğime hem de babacığımın ne âlemde olup olmadığını bilmememe. O ve benzer düşüncelerle ormana girdim. Kimi zaman sık bitki örtüsünün toprağa basmaya izin vermeyen yapısı yüzünden ağaçların dallarına basarak ilerlemek mecburiyetinde kalmıştım. “Hayırlısıyla şu sık meşelikten çıkabilsem…” diyor, nefes nefese kalıyordum. Şükür ki rampa aşağı inmek daha kolaydı...
DEVAMI YARIN