"Ele demekle geçiştiremezsin Abla! Nermin de pek fena, çok sıkıştırdım ama ser veriyor sır vermiyor!"
Akşam ezanlarıyla birlikte vedalaşıldı. Herkes evinin yolunu tuttu. Tuttu ama Nuran kızın sualleri bitmiyordu amcasının hanımına.
- Allah aşkına de Sultan Ablam! Beni niçin çağırdın?
- Bunda ne var kız Nuran? Dedim, Nermin ile birlikte hizmet edesin…
- Ama size başka misafirler de geliyor, onların hiçbirine davet etmediniz!
- Köyümüzün imamının hanımının yeri başka da ondan.
- Yok yok bunda bir şey var ama demiyorsun!
- Ne olacak? Kafa okuyorsun!
- Ele (öyle) demekle geçiştiremezsin Abla! Nermin de pek fena, çok sıkıştırdım ama ser veriyor sır vermiyor!
- Sen de amma uzattın! Hocanın muallim mektebini kazanan oğlu var ya onun için bakmaya geldiler. Dayının hanımı Hanife aba tavsiye etmiş. İşin aslı bu! Şimdi anladın mı?!.
- Tahmin etmiştim zaten!
- Hadi mübarek olsun kız!
- !!!
***
“Köyün imamı Hacı Lütfü Hocanın hanımı hangi hissiyat içinde ayrıldı?” diye düşünen Hacıgil’in Ahmed Ağanın en küçük kerimesi Nuran, misafirleri uğurladıktan sonra o geceki ruh hâlini şöyle anlatıyordu:
“Misafirlere hizmet edip eve gittiğimde başım dönüyordu. Yenge Hanımın gözü şu veya bu şekilde hep üzerimdeydi. Bu anlaşılan dikkatli bakış altında eziliyor, fazla pot kırmamaya çalışıyordum. Herkes gibi yatma zamanı yatağıma girdiğimde gözlerime uyku da girmedi hep düşündüm durdum. Oysa dünden beri yorgundum da...
Sanki şilte ve yorgan tutuşmuş da vücudum alevler içinde cayır cayır yanıyordu. Baktım olmayacak, yorganı attım ve yatağın içinde oturdum. İçimde büyük bir boşluk vardı. Kalbimin çırpıntısından başka hiçbir şey duymuyordum, belki de duymak istemiyordum. Nasıl bir hissiyatsa izah edemiyordum. Bu tarifsiz boşluğu doldurmak için içimdeki sese kulak verdim. ‘Kaderde Hocaya gelin olmak da varmış...’ deyip mırıldanırken yüzüme sımsıcak bir tebessüm yayılıyordu. Meseleyi çözdüğümden dolayı mı ne birden vücudum gevşedi. Başımı yatağa koydum. Belli belirsiz bir titreme... Uyuşukluğa benzer bir uyku hâli... Hafif dalıp gitmeler ve küçük kâbuslar, ‘Nuran gelin olmuş!’ diye sık sık ismimi çağırıyorlardı. Yatağımın başında fısıldaşmalar... Hayatımla münasebeti olmayan kısa bir rüya... Sonra ani bir uyanıklık, şuursuzca bazı hatıralar... Dikkatin birdenbire artması... Büyük bir hadise bekleme hissiyatı... Başımda hafif bir ağrı, bacağımda uyuşukluk… Sağıma soluma zorlukla dönüyorum, sağlam dizimi topluyor, yeniden doğruluyorum. Ani bir rahatlıkla gevşiyorum. Göğsümün üstünden kat kat yükler kaldırılıyormuşçasına bir hafifleme hissediyorum.
Saatin kaç olduğunu tahmin edemeden sabaha yakın huzurla derin uykulara dalıyorum. Biliyordum ki bu sabah güneşle birlikte, hayatımın en mühim dönemecine doğacaktım…” DEVAMI YARIN