Hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden...

A -
A +

"Ey mübarek Bağdat! Ben fakir Behlül’e de bir yer var mıdır müşfik koynunda?”

 

 

Anlaşıldı sesimi duyuramayacağım! Neyse şimdilik bensiz gidin! Hadi güle güle bulutlar. Götürseniz de gelmeyeceğim, çünkü Bağdat’ta, hele bu külüstür kulübemde, Harun Reşid Sultan’ımla beraber olmaktan memnunum.

 

Sonsuzluğu kucaklamak ister gibi kollarımı boşluğa uzatırken, ruhumun huzur ve saadetten uçup gideceğini zannediyordum. Yarı kararsız yarı mesut ve bahtiyar bir hâlle dalgalanıp dururken hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden. İnsanlar boşuna “DELİ” demiyorlarmış.

 

"Ey beni yoktan var eden Rabbim! Verdiğin nimetlerine binler kere binler hamd ve şükürler olsun...” kelimeleri dökülüveriyor dudaklarımdan.

 

Delilik bu ya! Canlı, cansız her şeyle konuşuyorum. "Ey Bağdat denen ulu şehir, senin de benim gibi yorgun bir kalbin mi var ki keyfin yok? Sen de sırrını bilir misin bütün sırların sahibinin? Zor gelir mi bu kadar ağır yükü taşımak? Kara toprağının karanlık bağrında nice senelerdir sakladığın bedenlerin hikmetini bilir misin? Haberin var mı hesap gününden? Toprağına hapsolmuş nice kurumuş tohumlara yeniden can verilir her daim. Kimi devasa ağaçlar olur, dallarında çiçekler açar türlü türlü meyvelere dönüşürler, kimi kadife misali çimen olur etrafı güzelleştirir, hayvanata yem olur, ete süte dönüşür. Söylesene: Ölümden sonra dirilmeyi senden daha iyi kim bilir ki? Öleni sinene alır, doğanı yine sinenden çıkarırsın..." dedim ve genzime çektim seher vakti çiy düşmüş toprağın mis kokusunu.

 

"Ey mübarek Bağdat! Ben fakir Behlül’e de bir yer var mıdır müşfik koynunda?” dedim, kalktım yürüdüm Dicle kıyısında.

 

Güneş de ufuktan epeyce ayrılmıştı. Ne kadar yürüdüğümün farkında değildim. Yorgun ve zayıf dizlerimin artık beni taşıyamayacağını hissediyordum. Her ne hikmetse tarifsiz bir korku da her tarafımı kaplamıştı. Çıplak ayaklarımın Dicle kıyısındaki cıvık çamurlara her batışında çıkardığı şapırtı, sırtıma bir kırbaç gibi iniyor ve korkumu birkaç misli artırıyordu. Gırtlağımda bir şeyler düğümlenmiş gibiydi. Sık sık dışarılarda dolaştığımdan, çamurlarla oynadığımdan mı ne derim çatlak çatlaktı. Nasırlaşmış ellerimle gözlerimi silerek ileri bakmak isterken dizlerimin üstüne yuvarlanıverdim birden.

 

Yerden doğrulmaya çalışırken arkamdan bir ses: "Mücevher takmamışsınız ama zeytuni elmas gözlerinizle üzerinizde âdeta bir çift servet taşıyorsunuz. Taze koyun yoğurdunu kıskandıracak beyazlıktaki dişleriniz sanki en derin deryalardan itinayla su yüzüne çıkartılmış paha biçilmez inci, mercan... Ya kızgın güneş altında parlayan kumral saçlarınız! Peki o düzgün buruna ne demeli? Paçavralar içinde dolaşsan da hakikatte seyyar mücevherci gibisiniz ey Behlül!" DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.