"İbrahim Hakkı, evladım, beni bırakıp da nereye gideceksin!"

A -
A +
 
 
Her ikisi de aynı anda mahzunlaşmıştı. Biraz önceki hâllerinden eser kalmamıştı...
 
Artık çaresiz de yalnız da değildi Derviş Osman. Hasta sakinleşip uykuya dalınca sohbet de kıvamını buldu. İsmail Fakirullah hazretleri, ince nükte ve mizahlarla şakalaştı, güldürdü. Onlar, bulundukları yerdekilere huzur ve saadet vermekten büyük bir zevk alıyorlardı. Bir insanı sevindirmek kadar hoş bir şey yoktu. Her ikisi de çok rahatlamıştı. O garip odasında hüzünle sevinç bir arada yaşanıyordu. Çaresizlere çare olmak yüksek bir dereceydi. Şimdi tohum ekme zamanıydı. Bir kez daha derin bir sıkıntıyı atlatmıştı koca yürekli adam. Vakit ilerlese de Derviş Osman’ı konuşturup meşgul etmek, nefsiyle baş başa bırakmamak lazımdı.
Ortalık bütün bütün kararıyor, gece oluyordu.
Derviş Osman, uzun uzadıya anlattığı evliliğini, ilk çocuğunu kucağına alışını, hanımefendisinin vefatının hikâyesini hâlâ bitiremiyordu. Yatsı namazı için hareketlilik çoktan başlamıştı. İsmail Fakirullah hazretleri ıslanmış, hasta, ateşböcekleri gibi sönük parlayan İbrahim Hakkı’nın yarı aralık gözlerine bakıyor, babasının sözlerini dinlermiş gibi görünüp istikbalin büyük âlimi için içten içe hesaplar yapıyordu. O biliyordu; sıkıntı, dert, bela ve musibetlerin nimet olduğunu. Her yokuşun, bir inişi olduğunu, her gecenin de sabaha gebe olduğunu pekâlâ biliyor, öyle itikat ediyordu. Bu karşılaştıkları hadise hem küçük İbrahim Hakkı’nın, hem babasının ve hem de kendisinin imtihanıydı. İçlerinde elbette pek çok korkuları vardı, bu da kulluk icabıydı elbette. Kulda nakıslık, noksanlık, kusur olurdu. Kusur olurdu da kusurunda inat olmazdı. Onları telafi edip aşmak da ayrı bir meziyetti. İşte mühim olan; bu meselelerde şeytana, nefse alet olmadan düzlüğe çıkabilmekti…
İbrahim Hakkı’nın derinden inlemesi üzerine babası, müsaade isteyip yatağın yanına geldi. Hasta yarı baygın acayip sesler çıkarıyordu. Alnı boncuk boncuk terlemişti. Elini başına koyarken geriye döndü.
Hayatının sonuna mı ne gelmişti? Derviş Osman, çaresiz, kırgın, üzgün bir ifadeyle, "Ya İbrahim Hakkı, beni bırakıp nereye gideceksin" dedi, gözyaşları sicim gibi akmaya başladı. Her ikisi de aynı anda mahzunlaşmıştı. Biraz önceki hâllerinden eser kalmamıştı.
Dertli baba, aklına bir şey gelmiş gibi kilere geçti. Bir kâse yoğurt, bir lavaş ekmekle bir tabak yemek alıp geldi. Geldi ama apayrı bir durumla karşılaştı bu sefer de. Hocasıyla İbrahim’i sohbet ediyor buldu hepten şaşırdı. Olduğu yere çömeldi. Sevinç dolu heyecanla dinlemeye başladı.
- Baba, baba!..
- Beni sen sandı derviş Osman.
- Olsun; hocalar da talebelerin babası gibidirler.
- Allah’ın izniyle iyi olacaksın İbrahim! Şöyle bir yüzünün terlerini sileyim! Oh! Ne güzel oldu! Artık korkmuyorsun değil mi?
- Salevat getirdikten sonra bir rahatlık hissetim korkum kalmadı.
- Maşallah! Maşallah! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.