O kadar cümle içinden tek aklımda kalan ve en acı vereni “SENİ HİÇ SEVMEDİM!” olmuştu.
Acaba bu ruh hâliyle yüzü ne şekildeydi Tanju'nun? Çünkü asık suratlı, gözlerini titrerken hiç görmemiştim. Nice düşüncelerle beklerken “tık” diye kapı sesine toparlandım. Elimizde olmadan göz göze geldik. Ne hikmetse ikimizde de ileri adım atacak cesaret yoktu, öylece yerimizde çakılıp kaldık.
Neden sonra ilk hamleyi yine Tanju yaptı, yaklaştı. Yaklaştı ama güzel bir şeyler, yani sevgi cümlecikleri beklerken o iki elini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı. Sanki gizli bir el en acı yerinden hançerlemişti. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akıtıyordu. Pek hüzünlendim gayriihtiyari. Her bir gözyaşı damlası bana bir şeyler anlatıyordu lisan-ı hâl ile ama anlama kabiliyetim dumura uğramıştı.
Betim benzim soluk, ne yapacağını bilmez bir hâlde öyle kalakaldığımı görünce acımış olmalı ki konuşma ihtiyacı duydu. Psikolojik yapısından dolayı mı ne önce kekeledi. Bilahare içindekileri tek tek dışarı attı. Durmadan anlatıyordu, bir sürü cümle kuruyor, bir sürü şey söylemek istiyordu lakin ben hâlâ şoklardaydım! Bu tuhaf hâlimden olsa gerek kulaklarım tutulmuştu, onun için “hiçbirini duymadım, duyamadım...” desem yalan söylememiş olurdum. O kadar cümle içinden tek aklımda kalan ve en acı vereni “SENİ HİÇ SEVMEDİM!” olmuştu. O korkunç kelimeleri işitince tek yaptığım; işaret parmağımı dudağına koyup onu susturmak oldu. Sonra tek bir damla gözyaşı gözümden aktı.
Son kez baktım gözlerine, problemi anlamaya çalıştım ama mesele ben değildim, açık belliydi. Üstüne gitmedim fakat yapacağını yapmış, tek bir cümleyle içimde sekiz buçuk şiddetinde bir zelzele oluşturmuştu Tanju!..
Öfkeyle arkamı döndüm ve geldiğim yollardan yürüdüm. Son bir defa daha dönüp evlerine doğru baktım. Tanju hâlâ kapının önünde aynı vaziyette boynu büküktü. İşte o an bitmeyen gözyaşlarım tekrar sağanağa dönüştü. Sevinerek gelirken mesut ve mutlu hayal kurduğum yollardan şimdi ağlayarak dönüyordum. Bulanık bir çift gözle etrafı seyrederken bana acıyarak bakan ihtiyar bir teyzeyle karşılaştım. “Aaa güzel evladım sana kim kıydı, elleri kırılsın!” dedi, beddua etti. Ona her nedense “âmin” demek içimden gelmedi.
Eve kadar nasıl yürüdüğümü tam hatırlamıyorum. Bir süre sonra kendimi odamda buldum. Ne yapacaktım şimdi? Masamın üstünde, çekmecelerin gözlerinde ne kadar hatıra olabilecek şey varsa boşalttım. Bana aldığı hediyeleri kopardım, kırdım, yazdığı şiirleri, birlikte çektirdiğimiz fotoğrafları yırttım, yaktım. Her yaptığım şey için içimden bir yerlerin cız ettiğini duyup pişman olsam da hislerimi bastırıp yine de ona ait izleri yok etmek istiyordum. Tam bu meşguliyetler esnasında telefonum çaldı, koşarak gittim, heyecanla açtım.
Yanılmamıştım, duyduğum ses onundu ama biraz önceki ağlamaklı titreklik yoktu. Yüzüne kapatmak aklıma gelmedi nedense. Gayriihtiyari “Alo” dedim. Sesimi duyunca başladı konuşmaya. Bana neler yapmam lazım geldiğini sıralıyor, sanki hâlâ beni düşünüyormuş ve pek mühimsiyormuş gibi bir hava estiriyordu. DEVAMI YARIN