İhtiyarlamakla, dünyada fazla kalmak arasında çok fark var!

A -
A +

"Şunu da söyleyeyim; bir hedefi olmalı her insanın mutlaka, o da EBEDÎ SAADETİ YAKALAMA azmi, gayreti…"

 

 

 

O nimete kavuşanın yüzü asık olmaz, yeise kapılıp kendini yiyip bitirmez. Her gün, her an, hatta dert ve kederlerle dolu olsa bile yine de gülümser, kendi ve başkalarının hayatına katacak faydalı meşguliyetleri olur…

 

Şunu da söyleyeyim; bir hedefi olmalı her insanın mutlaka, o da EBEDÎ SAADETİ YAKALAMA azmi, gayreti… Maneviyatınızı kaybettiniz mi? Allah muhafaza, iş bitmiştir, ebediyyen ziyan olur gidersiniz. Etrafımızda dolaşan pek çok kişi kendini bir şey sanıyor, yaşıyormuş gibi yapıyor ama aslında ölmüş de bundan haberi yok sadece…

 

İhtiyarlamakla, dünyada fazla kalmak arasında çok büyük bir fark var… Farz edelim ki yirmi üç yaşındasınız, eğer bir sene hiçbir şey yapmadan, sırf oyun eğlenceyle geçirseniz sadece bir yaş yaşlanmış sayılırsınız. Yani gayet tabii olarak yaşınız yirmi dört olmuş olur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak faydalı bir şeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak icap eder. İnsanı hakiki mânâda insan eden de bu meziyetleridir. En mühimi: Yarın ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi de dünyaya çalışmak lazım. Yolumuz, yordamımız, usûlümüz, tarzımız apaçık belli. Tereddüt edilecek bir şeyimiz yok elhamdülillah.

 

Yapacağımız öyle faydalı, güzel ve kalıcı bir şey olsun ki asla pişman olmayalım… İhtiyarlanınca umumiyetle yanlış yaptıklarımızdan ve bir de hiç yapmadıklarımızdan pişman oluruz… Ölümden korkan insanlar, ebedî hayatı hesaba katmadan nefislerinin doğrultusunda yaşayanlardır ve mutlaka çok pişman olacaklardır… Oysa bu dünyada iken hataları görüp tövbe etmedikten sonraki pişmanlıklar ahirette işe yaramayacaktır. Hülâsa; ölümü istemeyenler, korkanlar, ahiret için hiçbir şey yapmayanlardır…

 

Abdullah bin Mübarek, her bakımdan güzel biriydi, bizlere de geniş ufuklar çizerek doğru numune oldu. Onun menkıbeleri derecesinin ne kadar yüksek olduğunu göstermeye yeter.

 

Sehl-i Tüsteri hazretleri, Abdullah bin Mübarek’ten ders alıyormuş. Bir arkadaşı da evine uğramış;

 

“Ya Sehl haydi hocamıza gidelim, derslerimizden geri kalmayalım…” diye çağırmış. O da içeriden seslenmiş:

 

"O eve derse merse gelemem artık! Kızları terbiyesiz! Çıkmışlar yola: 'Sehl gel, gel...' diye beni çağırıyorlar! Hiç ar, edep, hayâ denen şey yok, utanmıyorlar da!”

 

Arkadaşı gelip duyduklarını hocasına anlatınca Abdullah İbni Mübarek, talebelerini toplamış: “Haydi gidelim Sehl’in evine, görelim cenazeyi!”

 

Talebeler, hocalarının bu ifadesinden bir şey anlamasalar da peşine takılıp gitmişler. Bir de ne görsünler, Sehl vefat etmemiş mi? Çok şaşırmışlar ve üzülmüşler de... Hocaları Mübarek'e sormuşlar:

 

“Vefat edeceğini nasıl anladınız Efendim?” diye... O da: "Benim kızlarımın olmadığını sizler de biliyorsunuz evlatlarım! Onun gördükleri hurilerdi mutlaka. Cennete çağırmışlar. Aslında ona müjde vermişler de o uyanamamış. ‘Gel, gel…’ diye belli ki Cennete davet etmişler...” DEVAMI YARIN

 

 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.