Bu arada ikinci çocuğumuz da dünyaya geldi. Artık acı tatlı hatıralarla dolu; bir kızı, bir oğlu olan orta yaş bir aileydik.
Daha dün anlatmıştı geç saatlerde altın kalpli babacığım. “Çocuklar, hakiki dostluklar kara günde belli olur! Bakın size ne anlatayım?” demiş söze başlamıştı:
“Adamın biri eş dost, hısım akrabalarına ziyafet çekmek için koca bir tosunu kesmiş ve büyük bir ateş yakıp oğluna demiş ki:
-Can evladım, bugün ziyafetimiz var, sevdiklerimizi ve konu komşularımızı çağır da gelsinler hem sohbet ederiz hem de kebap yeriz birlikte…
-Olur Babacığım… diyerek dışarı çıkan oğlunun aklına bir muziplik gelmiş. Çıkmış dama yüksek sesle: ‘İmdat! Yetişin komşular! Ocağımız tutuştu! Yangın var! Yetişin, durmayın! Yangını söndürmemize yardım edin!’ diye avazı çıktığı kadar bağırmış. Birkaç dakika içinde ‘imdat!’ sesini duyan bir grup, ellerinde su kovaları, kazma küreklerle koşarak gelmiş. Bazı komşu ve akrabalar ise bu feryadı duymamış gibi ortalıkta görünmemiş iyice hanelerine çekilmişler.
Yardıma gelenler, bir de ne görsünler? Evin çocuğunun dediği gibi tandır başındaki ocak tutuşmuş, harıl harıl yanıyor, üzerinde de nar gibi kebap çevriliyor. Anlayacağınız yangın söndürme yerinde mükemmel bir ziyafete konmuşlar, nefis kebaplardan tıka basa yiyip karınlarını doyurmuşlar. Çok da güzel sohbet olmuş, gülüp şakalaşmışlar gönüllerince. Evden ayrılırken de boş gönderilmemişler, ellerine birer kap et verilip helalleşerek uğurlanmışlar.
Misafirler gittikten sonra ziyafet veren baba, oğluna dönüp demiş ki: ‘A akıllı evladım! Gelen insanların çoğunu evimizde ilk defa gördüm, 'yangın var' deyip bağırdın iyi de... pek sevdiğimiz akrabalarımız, dostlarımız ve meslektaşlarımız nerede?’
Gözlerinden zekâ fışkıran oğlu: 'Evimizdeki yangını söndürmek için yardım etmeye gelmeyip bizi felaketle baş başa bırakanlar, sıkıntıda olduğumuzu duydukları hâlde koşup gelmeyenler, hatta mahalleyi terk edenler bizim dostumuz, arkadaşımız, aile ve akrabamız değillermiş...’ diye cevaplamış... Sonra devamında: ‘Komşu olup dost, akraba olmayı, iyilik yapmayı, cömertliği ve misafirperverliği hak edenler bunlarmış demek ki baba...’ deyip büyük bir hakikati önüne koyuvermiş.
Neticede: Bir felaket anında kim kasten, herhangi bir mazereti olmadan yanınızda değilse, ona dost, kardeş akraba, aile dememek lazım... Çünkü bunlar, sizin yüzünüze gülen nezaketinizi, cömertliğinizi hak etmeyenlerdir…”
Yaşanan hadiselerden kalbim lime lime olmuş pek kırılmıştım lakin, hakiki dostları tanımamıza yardımcı olduğu için de şükrediyordum Allahü teâlâya.
***
Seneler ne de çabuk geçiyordu. Bu arada ikinci çocuğumuz da dünyaya geldi. Artık acı tatlı hatıralarla dolu; bir kızı, bir oğlu olan orta yaş bir aileydik.
Her şeyimizi kaybettiğimizde bahar da gelip kapımıza dayanmıştı. Sıfırı tüketmiş, iki çocuklu, beceriksiz bir aile olarak baharı karşılıyorduk.
Her bahar kurumuş dallarda tomurcuklar oluşur, sonra çiçekler açardı. Acaba bizim kurumuş bahtımız da yeniden yeşerir miydi? Dünya karanlık sabahlarını yitiriyor, şafak söküyordu usul usul. Bizim de şafağımız olacak mıydı? DEVAMI YARIN