Cenâb-ı Hak, “Ana babasını razı edenin işlediği günahlarını affederim, fakat ana babasını üzeni, ne kadar çok ibadeti olursa olsun, Cehenneme atarım!” buyuruyor. Peygamber efendimiz de “Men lem yeşkürin-nâse lem yeşkürillah” buyuruyor. Yani size iyilik edenlere, size gelen nimetlere vesile olanlara teşekkür etmezseniz, Allahü teâlâya şükretmiş olamazsınız. O nimetler için yapacağınız şükür kabul olmaz. İyilik edene teşekkür etmezsek, Rabbimize ne kadar duâ edersek edelim, kabul olmaz.
Allahü teâlâya şükretmemek, Ona isyandır. Çünkü bir bardak su verene bile teşekkür lazım gelir. Düşünün ki, dünyaya gelmemize sebep olan ana baba, ilk mürşidimizdir, kulağımıza ilk “Allah bir” diyen onlardır. Bizi kiliseye götürebilirler, hâşâ Allah’ı inkâr ettirebilirlerdi. Öyle ana babalar ki biz daha dünyaya gelir gelmez, kulağımıza ezan okumuşlar, güzel bir isim koymuşlar. Sonra dinimizi, dünyamızı öğretip kötülüklerden korumaya çalışmışlar. Böyle salih ana babanın hakkı nasıl ödenir?
Nitekim Lokman suresinde mealen: “Biz, insana, ana babasına iyilikte bulunmayı tavsiye ettik. Bilhassa da anasını tavsiye ederiz ki, o, kat kat zaafa düşerek ona hamile kalmış, emzirmesi de tam iki sene sürmüştür. Binaenaleyh; bana ve ana babana şükret…” buyUrulmaktadır.
***
“Bu nasihatleri boşa okutmadınız…” diyen çocuklarla epey gülüştük. Rabbime hamd ettim hep şükrettim. Çok mesuttum, bahtiyardım. Evlatlarımı güle söyleye odalarına uğurladıktan sonra Tanju’yla baş başa kaldık…
Ağzında bir şeyler geveleyip duruyordu Tanju. Diyecekti ama cesareti yoktu. Mevzuya bodoslamasına ben girdim:
- Ne söyleyeceksen söyle çekinme!
- İnanmıyorum! Nereden anladın? “Kadın milletinin ferasetinden korkulur…” derdi rahmetli babacığım.
- Kaç senedir aynı yastığa baş koyuyoruz Tanju. En çok tanıyacağım elbette siz olmalısınız.
- Ey neymiş peki söyleyeceğim?
- Onu sana sormalı.
- Haklısınız. Nasıl diyeceğimi bilemiyorum! İki hafta içinde bir seyahate çıkacağım. İş yerimden gönderiyorlar.
- Bunda ne var! Her çalışanın başına gelebilecek şey. Tereddüdün niçin?
- Ne bileyim? Belki üzülürsün diye düşündüm.
- Üzülecek bir şey de değil. Neticede iş için bir müddet ayrı kalacağız.
- İşte mesele de burada.
- Yani…
- Nihayeti belli değil! Bir hafta mı sürer, ay mı, sene mi?
- Korkutma beni neyse açık söyle!..
Sonu gelmedi bu sohbetimizin. Kısa bir zaman içinde de ağlayarak vedalaştık çekip gitti. Nereye, niçin, neyle gitti tam bilemiyordum. O söylemek istemedi ben de üstelemedim. İnsana devamlı huzur ve saadet sanki yasaktı. Her şeyi yoluna koymuş, mesut bir hayat sürerken, hesapta olmayan bu iş ve müteakiben hasretlik çıkıvermişti karşımıza. İçimde farklı düşünceler olsa da “SABREDEN KAZANIR” deyip duruyordum.
DEVAMI YARIN