Bazı geceler eve hiç gelmiyordu bile Tanju... Çok çalışıyor, ona göre de yoruluyordu. Ben ise iş işten geçtikten sonra ileride fark edecektim ki, hayat arkadaşıma değil mobilyalarıma, evin eşyalarına âşık olmaya başlamıştım!..
Dedektif gibi evin diğer görünmeyen eksiklerini not ediyor, varına yoğuna bakmadan da aldırıyordum. O alma makinası ben de eşyaya doymayan bir heyula olmuştum. Bazılarının rengi soluyor, modası geçiyor, hiç düşünmeden atıyor, gözüme kestirdiğimi aldırtıyordum. Tabii üç dört sene geçmiş, artık ilk aldıklarımız eskimeye başlamıştı. Bu sefer evimize gelenler “Bunu hâlâ kullanıyor musun, hâlâ aynı koltuklar mı? Biliyor musun ben senin üstüne kaç takım eskittim kız?” gibi sözler söylüyor, benim satın alma canavarımı besliyor, hep diri tutuyorlardı.
Doktor Nefise Hanım'ı eskisi gibi aramıyor, verdiği kitapları da okumuyordum. Onlardan uzak kaldıkça dünyaya olan düşkünlüğüm, eski oyun eğlence hastalıklarım depreşiyordu. Şunu iyi anlamıştım ki inançlı hayatla, inançsızın hiç müşterek tarafı yoktu. Hangisinin önü açılıyorsa diğeri de otomatik kapatılıyordu. Tek kapı iki oda düşünün yan yana, elimizdeki tek kapı iki odadan birini kapatınca diğeri mecburen açık kalıyordu. Benim dünyam aynen öyleydi.
Bir gün Nefise Hanım'a sormuştum:
- En anlayacağım şekilde izah eder misin Doktor Hanım? Hakiki manada “Îmân” denilen şey nedir? O da tebessüm ederek şöyle cevap vermişti:
- En dar manasıyla söyleyeyim Jale Hanım; görünmeyene görmüş gibi inanmak…
- Peki insan görmediği bir şeye nasıl görmüş, şahit olmuş gibi inanır ki?
- Bu sualine şöyle cevap vereyim: Aslında biz insanlarda öyle cihaz var, yalnız atıl bıraktığımız için tam manasıyla istifade edemiyoruz.
- Nasıl yani?
- Beş duyumuz. Bunlar farklı âlemlere açılan birer kapı hükmünde. Meselâ; kulak ile ses âlemine merhaba deriz, burnumuz ile koku âlemine... bunlarla vücut haricindekileri toplar öğrenir, sentezler sebep sonuç münasebetleri kurarız. Bir de hissettiğimiz ama mahiyetini tam bilemediğimiz âlemler var, misal olarak RUH, VİCDAN, İRADE gibi elle tutulmayan, gözle görülmeyen, tadı kokusu hissedilmeyen ama hayatımızda mühim yer tutanlar... Bunları biliriz ancak beş duyumuzla fark edip kolay kolay algılayamayız. Hayalen ailenizle beraber bir tatil beldesinde olduğunuzu farz edin, bütün ihtiyaçlarınız karşılanırken itimat ettiğiniz bir haber kaynağından bulunduğunuz yere bir gün içerisinde büyük bir meteorun düşeceği malumatı gelse ne yapardınız?
- Ne yapacağız? Herhâlde pılımızı pırtımızı toplayıp oradan uzaklaşırdık.
- Ama ortada hiçbir şey yok. Sadece bir haber var. O bile sizi tedbire mecbur ediyorken, Sevgili Peygamberimizin haber verdiklerine niçin lakayt kalınır ki?
- Meseleye hiç öyle bakmamıştım. İnsanların düşünmeye vakitleri yok galiba!
- Yani her anları malayaniyle doldurulmuş.
- Malayani de ne demek?
- Ne dünyaya ne de ahirete faydası olmayan meşguliyetler...
- Ooo! O dediğin bizde o kadar çok ki! DEVAMI YARIN