"İnsanlar; nankör, hırçın ve çoğu zaman da âsidirler!"

A -
A +

"Söyle Behlül! Anlat, nefsimizin hainliğini! Ölümün yakın olduğunu! Dünyanın, makam ve mevkilerin bizim için tuzak olduğunu anlat!"

 

 

 

Hârûn Reşîd:

 

- Doğru söylüyorum. Bak anlatayım şu daracık pencereden baktığımda gördüklerimi!

 

- !!!

 

- İşte geniş sahralar, daha ileride âfâka karışan düzlük... Ya KAMER? İtiraf edeyim ki burada daha başka türlü parlıyor. Bak bütün yıldızlardan, dolunaydan şeffaf bir gümüş şelâlesi akıyor Bağdat’ın üstüne. Etrafta ve hayat damarımız nehrin üstünde beyaz bir ayna şavkıyor.

 

- Efendim!

 

- Söyle Behlül! Anlat, nefsimizin hainliğini! Ölümün yakın olduğunu! Dünyanın, makam ve mevkilerin bizim için tuzak olduğunu anlat!

 

- Sultan’ım bu muhteşem güzelliği tasvir etmek imkânsız! Herkes, farkında olsun olmasın büyük bir imtihanda. Eline Cennetin anahtarı tutuşturulmuş hiçbir kişi de yok!

 

- Yok ama göz kamaştırıcı hayat da o kadar masum değil!

 

- Kulun, Mevlâsı karşısında kusurlarını itiraf edip ona sığınması; af dilemesi, kabahatlerinin bağışlanması için duâ ve tövbe etmesi gibi bir kapının hep açık kalması, insanlara verilebilecek en mükemmel bir fırsat ve hediye. Ancak böyle mânen temizlik sağlanır ve Allahü teâlânın huzuruna temizlenmiş olarak çıkılır. Bu kısa dünya hayatında gördüğüm kadarıyla insanlar; biraz nankör, biraz hırçın ve çoğu zaman da âsidirler.

 

     ***

 

Eli boş gidilmez gidilen yere,

 

Rabbim, boş gelmedim ben suç getirdim.

 

Dağlar çekemezken o ağır yükü,

 

İki kat sırtımla pek güç getirdim.

 

     ***

 

Ben konuştukça o “ah” çekiyordu. Ay ışığında dışarısı daha bir hoş görünüyordu. Seyrek de olsa gelip geçenlere gözlerimiz kayıyor. Halifemiz bu insanlardan bazılarını tanıyordu. Bunlardan ikisi, yardımcısının seyisleriydi. Bütün günlerini at ahırlarında geçiriyor, cins atları eğitip seferlere hazırlıyorlardı. Bir başkası, hocası tarafından medreseden kovulan Şakir isminde biri, diğeri balıkçı Abdullah, öbürleri, çiftçi veya esnaftandı.

 

İki gönüldaş olarak pencerenin arkasından bakmaya devam ettik bir müddet. Etrafa sisler döken serin bir rüzgâr çıkmıştı. Eli bıçaklı, sopalı, mızraklı insanlar seri bir güzeran ile yekdiğerini kovalayarak geçip gidiyorlardı. Sonra ötesinde berisinde ikişer üçer at arabasından müteşekkil nadir kümeler, gelip geçerlerken şüphe uyandırıyordu. Benim korku dolu gözlerle boş boş baktığımı gören Sultan’ım;

 

- Her toplumda kötüler birbirini hemen bulup kaynaşırlar. İyi insanlar ise umumiyetle ıssız ada gibi yalnızdırlar sizin gibi.

 

- Efendim! Elhamdülillah ben yalnız değilim ki; siz varsınız, bütün saray ahalisi, Bağdatlılar.

 

- Öyle olsa da tanıdığın iyi insanları iyi insanlarla tanıştır. İyilik büyüsün Behlül!

 

- Ben kim, iyi insanları bulup birleştirmek kim?

 

- Mütevâzı olmak güzel şey muhakkak, insanları bir araya getirip doğru yola sevk etmek de pek güzel Behlül. Bunu benden daha iyi biliyorsun.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.