Kaymakam Bey:
- Şimdi git Müftü Beye selamımı söyle, dilekçeni ver. Yarın, kadro imtihanına gir. Ben de geleceğim inşallah.
- Peki Kaymakam Bey! Kusuruma bakmayın sizi üzdüysem.
- Yok, iş kendiliğinden gelişti. Zaten Zeki Bey, “Sütpınar’ın İmamı İstanbul’da tahsil görmüş, aşağı camiye yakışır…” diyordu, istiyordu ama müftü bir başkasını tavsiye etmiş. Seninle yıldızı uyuşmuyor anlaşılan!
- Yüzüme karşı hep iyiydi Kaymakam Bey! Hatta kazamızın aşağı caminin yapımı için bana para toplama vazifesi bile verdi. Bir ay Pasenler’de dolaştım! Çok da para getirmiştim! Benden fazla toplayan olmadığı içinde teşekkürname verdi.
- Her neyse! Çok duâ almışsın ki her şeyi birinci ağızdan duyacağa söylemek nasip oldu. Bu normal bir şey değildi Lütfü Hoca!
- Evet efendim!
Keser döndü, sap döndü,
Gün geldi hesap döndü,
Kurbanlıklar beklerken,
Bıçaksız kasap döndü.
Dedi, var mı ben gibi?
Suçları ferman gibi,
Bir muhalif yel esti,
Savurdu harman gibi.
Kayıt tutmuş, fişlemiş,
Birer birer şişlemiş,
Suçu meydana çıktı,
Çok rezalet işlemiş.
Müsaade isteyip dilekçeyi götürdüğünde yüzü kızarmış, iki karış yerde, Lütfü Hocaya hiç bakmıyordu Müftü Bey.
- Gidip beni mi şikâyet ettin?
- Hayır kimseyi şikâyet etmedim! Ne hakkım var? Rabbim razı olmadı adaletsizliğe ki; Kaymakam Beyi, Zeki Beyi imdadıma gönderdi.
- Sen arkanı sağlama almışsın! Konuş konuşabildiğin kadar! Yarın imtihanda göreceğiz! Orada da bakalım dillerin çözülecek mi?
- Ya Müftü Bey benimle ne alıp vereceğin var? Meydan okuyorsun durmadan! Sıradan bir köy imamıyım aslı astarı!
- !!!
O gece, Aysen Bibimlere gittim. Geç saatlere kadar çay içtik, sohbet ettik. Bir gün önce de uykusuz olduğumdan ayakta uyuyordum. Hocamın telaşını, konuştuklarını, bir günün içinde yaşadıklarımı gözden geçirirken neler aklıma gelmiyordu? Bir sohbetlerinde buyurmuşlardı: “Mürşitler talebelerini evlatlarından daha çok severler. İsterseler, namludan çıkan kurşunu bile geri çevirirler…”
“Issız geceler, garipleri daha ziyade garipleştiriyordu. Bu sessiz topraklar, lacivert gökyüzünün altın mozaikli, muhteşem kubbesi altında eziliyor, eriyip yok oluyor gibi geliyordu ona. O kadar yok oluyordu ki, bunun içinde kendini, çoktan yokluğa inmiş bir gölge farz ediyordu zaten. Huzurlu hayat denilen şey, gür, kalabalık, pırıl pırıl parıldayan yıldızlardaydı sanki. Sanki, arzın üstündeki bilinmez diyarlardan biri dönüp tepeden bakıyor, “ALLAH VAR GAM YOK…” deyip el sallıyordu. Yorgunluktan başım dönmese, yarınki imtihanım olmasaydı sabaha kadar sırtüstü yatıp bu engin yıldızları seyredesim geliyordu…” dedi, derin uykulara daldı…
DEVAMI YARIN