Her arayan bulamaz, fakat bulmak için mutlaka aramak lazım. Zira aramadan da bir şey bulunmuyor. Yok olan değil, kaybedilen aranır. İstediğini, ebedî saadeti aramak insanın en temel vazifesi olmalı. Hazret-i Mevlânâ ne güzel söylemiş: “Bulmadınsa niçin aramıyorsun? Buldunsa niçin coşup oynamıyorsun?” Gel de çık işin içinden.
Aksakallı biri bir koyun sürüsüne rastlayınca kendi kendine şöyle demiş: “Baktım koyunun her şeyi faydalı: Eti, sütü, gönü, yünü… Hatta gübresi bile işe yarıyor. Bir de kendime baktım; hiçbir şeyim işe yaramıyor. Anladım ki koyun benim için ben ise Allah’a ibadet ve namaz için yaratılmışım. Bu vaziyet bana üstadın şu mısralarını hatırlattı:
Seni aramam için beni uzağa attın,
Âlemi benim, beni kendin için yarattın.
Diyen Şair-i âzam Üstad Necip Fazıl, başka bir şiirinde ise şöyle sesleniyordu:
Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum,
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum.
Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış,
Mârifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.
Zonklayan başım benim, kan hokkası cerahat,
Ona yastıkta değil, secde yerinde rahat.
Bıkmadan, usanmadan aramaya devam edeceğim. Bu yol çetin ve o kadar da uzun görünüyor. Muvaffak olanların hepsi de zorlukları alt ettiklerinden o mertebeye ulaşıyorlar.
Bakıyorum da etrafıma, aşağı yukarı her anne aynı derecede fedakârlık abidesi. Kendinden bir parça yavrusunu dokuz ay; hem de seve seve karnında taşıyor, hamilelik boyunca pek çok tehlikelerle karşılaşıyor, hayatî ehemmiyet arz edenleri de göze alarak ne edip edip çocuğunu dünyaya getiriyor. Hiçbir şeye kuvveti yetmeyen bebeğini büyütmek için, uykusundan, istirahatinden, sıhhatinden çok kolay feragat edebildiği gibi bundan da hiç şikâyetçi olmuyor. “Bu ne yüce bir hissiyatmış aman Allah’ım…” demeden edemiyorum. Şimdi sıra bendeydi ve bakalım bu imtihandan muvaffakıyetle çıkabilecek miydim?
Daha doğmamış evladımın hayalleri bütün dünyamı kaplamıştı. Nereye baksam o, ne söylesem yine onunla alakalı… O psikolojiyle Doktor Nefise Hanım’a koştum. Hâl hatır sorduktan sonra: “Bir gün sizinle konuşurken ‘İstişare edersen rahat edersin’ buyurmuştunuz. İşte ben de bu sözünüze binaen istişare etmeye geldim Nefise Hanım…” dedim. Her vakit olduğu gibi memnuniyetle kabul etti, çaylarımızı içerken içinde bulunduğum durumdan bahsettim. Ne demek istediğimi çabuk çözen zeki hanımefendi, hiç bekletmeden; “Gel seni çok sevdiğim bir doktor arkadaşıma götüreyim…” dedi, elimden de sıkı sıkıya tutarak yürüdük. Bir kat aşağıya indik, iki koridor geçtikten sonra “Kadın Doğum” bölümüne vardık. Uzaktan Nefise Hanımı gören orta yaşlarda, oldukça güler yüzlü bir doktor hanım, koşarcasına gelip boynuna sarıldı. Bana da nazikçe “Hoş geldiniz hanımefendi” dedi, elimi sıktı. Yaşça büyük olmasına rağmen belli ki Nefise Hanım’ı çok seviyor, hürmet ediyordu da... DEVAMI YARIN